İskeçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İskeçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2014 Pazartesi

Sıradaki: Xanthi

Yani İskeçe!
Selanik tatilini planladığımızdan beri İskeçe`ye gidileceği de o kadar netti benim için. Bazı arkadaşlar "İskeçe`ye uğramanıza gerek yok, hap kadar yer zaten" dese de kafamda uğramak için çok nedenim vardı. En başta ve en önemli neden blog dostum sevgili Dilara`nın orada yaşıyor olmasıydı. Küçük müçük yeni bir yer görecektim ve yeni yerler benim için her zaman heyecan verici.
Sizi çok fazla detaya boğma niyetim yok. Zira gidip gördüğüm yerlerin hepsinin ismini aklımda tutmam zor oldu. Fotoğrafı çok, yazısı az bir post sizi bekliyor.
Evet İskeçe söylendiği gibi 65.000 civarında nüfusa sahip küçük bir yer. Yemyeşil doğası daha şehre girerken dikkatimi çeken şeylerden biriydi.
Şehrin merkezi restoran ve kafelerle dolu. Ara sokakları oldukça tanıdık; kahve ve şeker dükkanları, küçük esnaf lokantaları, Osmanlı mimarisi...
Türkçe bilen birini bulmak ise tahmin ettiğiniz gibi hiç zor değil. Herkesin bu konuda ayrı bir hikayesi var. Dükkanlardan veya restoranlardan aniden birisi çıkıp Türkçe konuşmaya başlayabiliyor.
Hep benzerliklerimiz konuşulur, ki bu durum iki komşu için son derece normal değil midir? Yediklerimiz, içtiklerimiz benzemez mi hiç?
Dilara ile yediğimiz akşam yemeğinden sonra konuştuğumuz gibi ertesi gün sabah erkenden buluşup iki manastır ziyareti yaptık. Yolu biraz arabayla gidip, geri kalan kısa mesafeyi temiz havayı içimize çekerek yürüdük.
Panagia Archangeliotisa


Panagia Kalamou

Kilisenin içine girdiğimizde o kadar güzel bir ışık vardı ki ancak fotoğraf çekmenin yasak olduğunu bildiğimizden çekemedik haliyle. Dilara rahibe teyzeyi biraz oyalayınca eşim Niels de girip bu fotoğrafı çekti.
Bahsettiğim rahibe teyzeyi Dilara zaten tanıyordu. Daha önce de Özlemaki ile buraya gelmiş ve birlikte muhabbet etmişler. (Özlemaki, senin de kulaklarını az çınlatmadık) Teyze oldukça konuşkan, bize lokum ikram etti, yanımızda götürelim diye su verdi.
Teyze fotoğraf çektiğimizi görünce kendisi de bizim fotoğrafımızı çekmek istedi. Tabii dedik, verdik makineyi.
Boynuna astı makineyi, yere çömeldi. Bir ara gökyüzünü çekiyor zannettik ama sonucu görünce vallahi bravo teyzeye dedik:) Onun fotoğraf çekerken olan fotoğrafını ise tabii ki benim 'zıpır' oğlum Peer Ole hem poz verip, bir yandan da çaktırmadan teyzeyi çekmiş:)
Soluklanmak için oturduğumuz kafenin adı "La Mariposa" idi. Her şeyin özenli ve detaylı düşünüldüğü sempatik dekorasyonu ile sıcacık bir mekandı.

Tahtadakini anlayabilmek için sevgili ve sabırlı tercümanımız Dilara`dan yardım aldık: "Mantık sizi A`dan B`ye götürür. Fantezi ise her yere."
Bu kez yolumuz İskeçe`nin 30 km kadar dışına çıktı: Porto Lagos!
Bu küçük yerleşimin en ünlü yeri Vistonida Gölü`nün üzerinde bulunan Saint Nicholas Manastırı.
Ahşap köprü ile kara bağlantısı olan manastır, gene ahşap bir köprü ile diğer şapele bağlı.


Panagia Pantanassa adlı bu şapelin mucizelerle dolu olduğuna inanılıyor. Bu yüzden herhangi hastalığı ya da rahatsızlığı olanlar küçük metal plakaları içerdeki sunağın yanlarına asıyorlar.

Mucizeleri bilmem ancak hayatta güzel şeyler var. Blog dolayısıyla başlayan sanal bir dostlunla bir gün karşılaşmak, kanının kaynaması gibi...Bu kısa görüşmeye çok şey sığdırdık, yeni yerler gördük, bol muhabbet ettik, harika yemekler yedik. Öncelikle Dilara`ya bize vakit ayırdığı ve güzel rehberliği için çok teşekkürler. Eşi Aris ile fazla muhabbet edememiş olsak da oldukça sempatik biri olduğu konuşmadan bile anlaşılıyordu.
İskeçe maceramız burada bitti ama göremediklerimizde aklımız kaldığından tekrar gidilecek orası kesin. "Uğramanıza gerek yok" diyen dostlara burdan selam olsun:)

Not: Fotoğraflar için Niels`e çok teşekkürler.