Bir süre önce İzlanda yazılarına açık kapı bırakıp son vermiştim. Biraz kurcalasam, fotoğrafları karıştırsam bakıyorum ki ne çok şey kalmış geride. Mesela bu volkanik adanın ilginç bitki örtüsü.
Iceland etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Iceland etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
20 Şubat 2015 Cuma
Biraz daha İzlanda?
Her tatilden nerdeyse binlerce fotoğraf ile dönmek âdet haline geldi. Fotoğraf makinesi diyebileceğiniz bir makine ile ayrı, cep telefonları ile ayrı sürekli çekme halindeyiz. Dijital hayat sayesinde sizde de durum muhtemelen aynıdır. İyi ya da kötü çekiyoruz, nasıl olsa bir gün oturur ayıklarız, sileriz, temizleriz, aktarırız, saklarız, albüm yaparız hatta fotokitap haline getiririz falan filan. Üstelik hedeflerimizi gerçekleşme ihtimalinin son derece zayıf olduğu bir konu üzerine inşa ettiğimizi bile bile. Bazen düşünüyorum da iyi ki blogum var ve hiç olmazsa çektiğimiz fotoğraflar bu şekilde değerleniyor. Aslında bu basit bir kabulleniş elbette. Bana kalsa albüm elimde olmalı, yanımda çayım ve dostlarım... Gelsin muhabbet!
20 Ekim 2014 Pazartesi
Bu Son, Gerçekten!
Merak etmeyin blogu kapatıp, pılı pırtıyı toplayıp gidiyor değilim. Sadece İzlanda yazılarına nokta koyuyorum, zaten bu kadar uzun uzun anlatmamın sebebi hem gitmek isteyenler için biraz olsun bilgi içermesi, hem de kişisel tarihime not düşmek istemem. Daha da uzatmak istesem işim kolay, bu yazıda yer alan her fotoğraf bir 'post' aslında.
Peer Ole balık tutmayı çok sevdiğinden böyle bir turu orda da kaçırmadı. Ve akşam yemeğimizi bu balıklardan (sanırım Morina balığı deniyor) üç tane tutarak rahatlıkla çıkardı:) Ek bilgi; çok iyi organize olmuş bu ve benzeri turlarda balık tutup, teknede temizletebiliyorsunuz. Dilerseniz restoranda, dilerseniz evde afiyetle yiyorsunuz.
Peer Ole balık tutmayı çok sevdiğinden böyle bir turu orda da kaçırmadı. Ve akşam yemeğimizi bu balıklardan (sanırım Morina balığı deniyor) üç tane tutarak rahatlıkla çıkardı:) Ek bilgi; çok iyi organize olmuş bu ve benzeri turlarda balık tutup, teknede temizletebiliyorsunuz. Dilerseniz restoranda, dilerseniz evde afiyetle yiyorsunuz.
15 Ekim 2014 Çarşamba
Fallus ya da Penis Müzesi`ni de Görmedim Demem!
Evet, böyle bir müze var!
Bin yıl düşünsem ne böyle bir müzenin varlığı aklıma gelir, ne de İzlanda`ya
gidip bu müzeyi görmeliyim diye düşünürüm. Kabul etmeliyim ki, bir yanım merak
etse de "ne sergiliyorlar acaba(!)" şeklinde, bir yanım "aman işin
mi yok, görüp ne yapacaksın" diyordu. Çocuklar şehrin panolarında böyle
bir müzenin varlığından haberdar olduklarından beri aramızda hamster penisi
görelim, yok efendim balina penisi ne kadar büyük olur ki muhabbetleri dönmeye
başladı:) Aileden oy çokluğu ile "gidelim" kararı çıkınca İzlanda`nın
doğasına ufak bir ara verip müzenin yolunu tuttuk...
Aslında müze yeni değil, tarihi 1974 yılına kadar uzanıyor.
Hikaye, 37 yıl tarih ve İspanyolca öğretmenliği yaptıktan sonra emekli
olan müzenin kurucusu Sigurður Hjartarson`a 1974 yılında kırbaç olarak
kullanması için verilen boğa penisiyle başlar, sonrasında çevresindekiler tarafından
değişik hayvanlara ait penisler hediye edilir. Koleksiyonu gittikçe genişler,
hatta biyoloji öğretmenine hayvanları kısırlaştırmada yardım eder, kendisi
keser. Önceleri çalışma ofisinde bulunan koleksiyonunu aldığı destekle 1997`de
Penis Müzesi olarak halka açar. Emekli olduktan sonra yaşadığı finansal
sorunlardan ötürü 2004 yılında yerleştiği Húsavík`te koleksiyonunu 2012 yılına
kadar sergilemeyi sürdürür. Sonrasında oğlu Hjörtur Gísli Sigurðsson
müzeyi bugün bulunduğu yere yani tekrar Reykjavík`e taşır.
Günümüzde müzede 217 kara ve deniz hayvanlarından oluşan
penis örnekleri mevcut. En büyük penis bir balina türüne ait. (İspermeçet
balinası) 75 kilo, 170 cm!!! (bknz. ilk fotoğraftaki heybetli penis) En küçüğü
ise 2 mm. uzunluğunda olan ve ancak bir büyüteç yardımıyla görülebilen hamster penisi. İnsan penisi ise müzede tek, bağışlanmış olarak sırada
bekleyenler de var.
Müzede sadece penis sergilenmiyor, penisle ilgili 300`den
fazla sanat eseri ve çeşitli objeler yer alıyor. Mesela şu yukarıdaki lambanın
hangi malzemeden yapıldığı konusu net sanırım:) Müzenin duvarlarında ilgili
karikatürler, komik eşyalar vs. ile de pek eğlendik doğrusu:)
Konu penis olunca müze içindeki
tuvaletin de normal bir kapısı olabilme ihtimalinin zayıf olduğunu düşünmek lazım:)
Müzenin çıkışında alıştığımız üzere konuyla ilgili ürünleri bulabileceğiniz
ufak bir dükkan da mevcut.
Böylece dünyanın en ilginç
müzelerinden biri olan Avanos`taki Saç Müzesi`ne, İzlanda`da gördüğüm Penis
Müzesi de eklenmiş oldu. Müzeden dışarı çıktığımda bir süre gözümün önünden
penisler geçti, boy boy, çeşit çeşit:)) Neyse konuyu çok dağıtmayayım,
ilgilenmek isteyenler için gerekli linki vereyim:
Giriş ücreti 1.250 ISK
13 yaş altı çocuklar ücretsiz
Not: En alttaki müzenin logosu hariç, diğer fotoğraf bana aittir,
lütfen izinsiz kullanmayınız.
2 Ekim 2014 Perşembe
Blue Lagoon
"The Blue Lagoon" filmini hatırlar mısınız? Bizdeki adıyla "Mavi Göl". Fotoğrafları seçerken aklıma geldi, yıl 1980, başrolde güzeller güzeli Brooke Shields ve kıvırcık, sarı saçlarıyla Christopher Atkins...Acayip sahneler kalmış aklımda, es geçeyim:) Bir de Blue Lagoon kokteyli var ama bu ikisinden de uzaklaşıp gidiyoruz, taaaa İzlanda`daki Blue Lagoon`a...
Blue Lagoon dedikleri böyle akıl almaz bir yer! Dostlara anlatırken söylediğim "İzlanda`da bazı yerler var, film seti gibi" ifadesi abartı değil yani:) Tamam, fotoğraflarını falan gitmeden gördüm elbette, neye benzediğini biliyordum. Ama karşımda gerçek haliyle duruyordu işte ve sonrasında içinden çıkmak istemeyecek kadar büyülenecektim.
Blue Lagoon, başkent Reykjavík`in 50 km. güney batısında ve Keflavík Havalimanı`na 20 km.lik mesafede. Park yerindeki danışma bölümünde dikkatimi çeken valiz, çanta yığınlarının sebebini bu 20 km.lik mesafe açıklıyor aslında. Amerika-Avrupa uçuşları yapanların İzlanda`daki aktarmadan dolayı bekleme süresinde buraya gelip ufak bir keyif molası verdiklerini öğreniyorum. Eh fena fikir değil hani!
Baştan söyleyelim; giriş ücreti fena: 40 Euro/kişi, çocuklar için 13 yaş ve altı ücretsiz. İyi yanı saat sınırlaması yok, buruş buruş olana kadar kalınabilir:) Havlu, terlik gibi şeyler yanınızda olmalı, zira ücrete dahil değil. Aslını sorarsanız İzlanda`da sayısı 100`ü aşkın, (bazıları gizli rotalar üzerinde) irili ufaklı "hot pot" denilen sıcak su kaynakları, havuzları mevcut. Tabii Blue Lagoon`un yeri ayrı, dünya üzerindeki 25 doğal harikadan biri olarak gösteriliyor ve İzlanda`ya kadar gelmişiz, gitmezsek arkamızdan ağlar durumu söz konusu:)
Gidelim tabii de bir de kalabalık olmasın dedik ve bu yüzden akşam saatlerini kullandık, nispeten normale dönmüştü. Fotoğraflardan anlaşılmıyor olabilir, tüm gün deli danalar gibi gezip tozduktan sonra kapanışı burda yaptık:)
Gelelim buranın tam olarak ne olduğu konusuna; sıcaklığı, derinliği, suyun rengi nerden geliyor gibi soruların cevaplarına. En kestirme tembel tanımıyla burası jeotermal kaplıca. (SPA) Suyun sıcaklığı her mevsim 37-40°C arası değişiyor. En derin yeri 1,6 metre olmakla beraber, çoğunlukla 0,8-1,2 metre derinliğinde. Tesisin hemen arkasında yer alan jeotermal enerji santrali olan Svartsengi tarafından da burası destekleniyor ve sürekli pompalanan su, 40 saatte bir tamamen yenilenmiş oluyor. Yani bu santral sayesinde hem Blue Lagoon`dan dolayı inanılmaz bir turizm geliri elde ediliyor, hem de kullanılabilir temiz enerji!
Blue Lagoon görüntülerden de anlaşılabileceği gibi sütlü mavimsi bir renk. Suyun içeriğinde mineraller, silis kumu ve tuz mevcut. Özellikle sedef hastalığına iyi geldiği söyleniyor ve bölgede klinik de var, bir çeşit şifa merkezi gibi aynı zamanda.
Böyle bir poz vermek şart mıydı bilmiyorum:) Yüzümüze sürdüğümüz görevlilerin düzenli olarak gelip yenilediği çamur diyeyim. Bunu sürüp kurumasını bekledikten sonra duruluyoruz. Cilt için faydalıymış ya da biz de turistik komplo kurbanlarıyız:))
Blue Lagoon, son derece düzenli, modern ve sistemli bir tesis. Tesis diyorum, çünkü aslında tamamen doğal demek burası için tam doğru bir ifade şekli olmaz. Sadece suya girmiyorsunuz, dilerseniz giriş ücretine dahil olmayan, sauna, masaj, tedavi merkezi gibi ekstralar barındırıyor bünyesinde. Suya girmeden önce ve sonra mutlaka duşa girmek şart. Her yer oldukça temiz, manyetik bileklik mutlaka takılı olmalı bilekte. Hem dolabı bununla açıp kapatıyoruz, hem de istersenirse havuzun içindeki bar bölümünden içecek alınabiliyor. Burada her dilden konuşan birine rastlamak mümkün. Arada elinde tepsi ile dolaşan genç bir kız, turistlerle sohbet edip, ürünleri test ettiriyor, ki millet çıkışta bir 'shop' a uğrasın:) Blue Lagoon`da evlilik teklifi yapmak da oldukça popüler bir durum. Son olarak arasıra konserler de düzenleniyor diye belirtelim. Daha fazla bilgi isteyen olursa diye ben görevimi yerine getirip adres de vereyim: http://www.bluelagoon.com
İzlanda postları bitti mi? Elbette hayır:)
Not: Fotoğrafları lütfen izinsiz kullanmayınız.
Blue Lagoon dedikleri böyle akıl almaz bir yer! Dostlara anlatırken söylediğim "İzlanda`da bazı yerler var, film seti gibi" ifadesi abartı değil yani:) Tamam, fotoğraflarını falan gitmeden gördüm elbette, neye benzediğini biliyordum. Ama karşımda gerçek haliyle duruyordu işte ve sonrasında içinden çıkmak istemeyecek kadar büyülenecektim.
Blue Lagoon, başkent Reykjavík`in 50 km. güney batısında ve Keflavík Havalimanı`na 20 km.lik mesafede. Park yerindeki danışma bölümünde dikkatimi çeken valiz, çanta yığınlarının sebebini bu 20 km.lik mesafe açıklıyor aslında. Amerika-Avrupa uçuşları yapanların İzlanda`daki aktarmadan dolayı bekleme süresinde buraya gelip ufak bir keyif molası verdiklerini öğreniyorum. Eh fena fikir değil hani!
Baştan söyleyelim; giriş ücreti fena: 40 Euro/kişi, çocuklar için 13 yaş ve altı ücretsiz. İyi yanı saat sınırlaması yok, buruş buruş olana kadar kalınabilir:) Havlu, terlik gibi şeyler yanınızda olmalı, zira ücrete dahil değil. Aslını sorarsanız İzlanda`da sayısı 100`ü aşkın, (bazıları gizli rotalar üzerinde) irili ufaklı "hot pot" denilen sıcak su kaynakları, havuzları mevcut. Tabii Blue Lagoon`un yeri ayrı, dünya üzerindeki 25 doğal harikadan biri olarak gösteriliyor ve İzlanda`ya kadar gelmişiz, gitmezsek arkamızdan ağlar durumu söz konusu:)
Gidelim tabii de bir de kalabalık olmasın dedik ve bu yüzden akşam saatlerini kullandık, nispeten normale dönmüştü. Fotoğraflardan anlaşılmıyor olabilir, tüm gün deli danalar gibi gezip tozduktan sonra kapanışı burda yaptık:)
Gelelim buranın tam olarak ne olduğu konusuna; sıcaklığı, derinliği, suyun rengi nerden geliyor gibi soruların cevaplarına. En kestirme tembel tanımıyla burası jeotermal kaplıca. (SPA) Suyun sıcaklığı her mevsim 37-40°C arası değişiyor. En derin yeri 1,6 metre olmakla beraber, çoğunlukla 0,8-1,2 metre derinliğinde. Tesisin hemen arkasında yer alan jeotermal enerji santrali olan Svartsengi tarafından da burası destekleniyor ve sürekli pompalanan su, 40 saatte bir tamamen yenilenmiş oluyor. Yani bu santral sayesinde hem Blue Lagoon`dan dolayı inanılmaz bir turizm geliri elde ediliyor, hem de kullanılabilir temiz enerji!
Blue Lagoon görüntülerden de anlaşılabileceği gibi sütlü mavimsi bir renk. Suyun içeriğinde mineraller, silis kumu ve tuz mevcut. Özellikle sedef hastalığına iyi geldiği söyleniyor ve bölgede klinik de var, bir çeşit şifa merkezi gibi aynı zamanda.
Böyle bir poz vermek şart mıydı bilmiyorum:) Yüzümüze sürdüğümüz görevlilerin düzenli olarak gelip yenilediği çamur diyeyim. Bunu sürüp kurumasını bekledikten sonra duruluyoruz. Cilt için faydalıymış ya da biz de turistik komplo kurbanlarıyız:))
Blue Lagoon, son derece düzenli, modern ve sistemli bir tesis. Tesis diyorum, çünkü aslında tamamen doğal demek burası için tam doğru bir ifade şekli olmaz. Sadece suya girmiyorsunuz, dilerseniz giriş ücretine dahil olmayan, sauna, masaj, tedavi merkezi gibi ekstralar barındırıyor bünyesinde. Suya girmeden önce ve sonra mutlaka duşa girmek şart. Her yer oldukça temiz, manyetik bileklik mutlaka takılı olmalı bilekte. Hem dolabı bununla açıp kapatıyoruz, hem de istersenirse havuzun içindeki bar bölümünden içecek alınabiliyor. Burada her dilden konuşan birine rastlamak mümkün. Arada elinde tepsi ile dolaşan genç bir kız, turistlerle sohbet edip, ürünleri test ettiriyor, ki millet çıkışta bir 'shop' a uğrasın:) Blue Lagoon`da evlilik teklifi yapmak da oldukça popüler bir durum. Son olarak arasıra konserler de düzenleniyor diye belirtelim. Daha fazla bilgi isteyen olursa diye ben görevimi yerine getirip adres de vereyim: http://www.bluelagoon.com
İzlanda postları bitti mi? Elbette hayır:)
Not: Fotoğrafları lütfen izinsiz kullanmayınız.
15 Eylül 2014 Pazartesi
Kutup Martısı ve Harpa
Uzun bir süre önce İzlanda`ya gitmeyi kafaya koymuş ve iş ciddiye bindiğinde oturup hangi gün ne yapalım kısmını detaylandırmaya başlamıştık. Ve demiştik ki "vay be, ne çok şey var yapmak istediğimiz!" Ne kadarının gerçekleşeceği konusunda başlangıçta şüpheli olsam da döndükten sonra diyebilirim ki listedekilerin çoğunun (ki biz bile şaşırdık) üstü çizildi.
Reykjavík limanında göze çarpan ve oldukça davetkâr turlar var. Bu turlar neler: balina gözleme, kutup martısı gözleme, balıkçılık ve kuzey ışıkları. Kuzey ışıkları çok istememize rağmen takvim gereği mümkün olmadığından baştan elendi. (15 eylül-15 nisan arasında görülebiliyor) Bu durumu gitmeden biliyorduk elbette. Biz de diğer çok istediğimiz tura yöneldik: yukarıdaki tekneyle "puffin" gözlemeye çıktık. Puffin için araştırdığıma göre biz kutup martısı diyoruz, başka ismini bilen varsa yorum olarak yazabilir. Tur yaklaşık 1-1,5 saat sürüyor. Tur şirketleri Reykjavík civarında görülebilecek yaklaşık 12.000 çiftin yaşadığı Akurey Adası`na veya 10.000 çiftin yaşadığı Lundey Adası`na uğruyor.
Pengueni andıran (takma adı deniz papağanı) kutup martıları 60-70 metre derinliğe dalabiliyor, 88 km.hızla uçabiliyor. Bu yüzden iyi bir fotoğraf yakalamak oldukça zor. Turuncu tonlarında olan gagası, kışın gri-kahverengiye dönüyor.
Kutup martıları tehlike altında olan bir tür değil. Bu sebeple belirlenen tarihlerde yasal olarak avlanabiliyorlar, yani eti yeniyor diye not düşeyim.
Kutup martısı gözleme turu günde iki kez olmak üzere 15 mayıs-15 ağustos tarihleri arasında mümkün. Gözlem turlarının hepsi genel olarak pahalı diyebilirim.
Yetişkin 33 Euro
Çocuk (7-15 yaş) 15,5 Euro.
0-6 yaş ücretsiz
Reykjavík`teki kültür ve konferans merkezi olan Harpa hakkında gitmeden önce okuduk ve hatta "vaktiniz varsa mutlaka konsere gitmelisiniz" önerilerine kulak verip bir konser için biletlerimizi ayarladık.
2011 yılının ağustos ayında Reykjavík`te her yıl düzenlenen "kültür gecesi"(Menningarnótt) kapsamında kapılarını açan Harpa, aslında yapılması çok daha önce planlanan bir bina. 2008 yılında İzlanda`da yaşanan finans krizinden dolayı tamamlanması neredeyse üç yıllık bir gecikmeyle gerçekleşmiş.
2009 yılında açtıkları bir yarışma sonucunda 4000`den fazla verilen öneri arasından hem İzlanda`ya ait, hem de kolaylıkla söylenebilen Harpa adına karar verilmiş. Harpa İzlanda`da bir kadın adı, aynı zamanda eski İzlanda takvimine göre İzlanda`da ilk yaz ayı.
Danimarkalı Henning Larsen Mimarlık, İzlandalı Batteríið Mimarlık ve sanatçı Ólafur Elíasson`un ortak çalışması sonucu hem estetik açıdan, hem mimari açıdan müthiş bir yapı ortaya çıkarmışlar.
Harpa`nın logosundaki dört renk büyük konser salonlarının renklerini temsil ediyor. 43 metre yüksekliğindeki Harpa`da en büyük konser salonu 1800 kişilik. Binanın akustiği gereği her tür müzik türü için uygun konser düzenlenebiliyor, oturma düzeni değiştirilebiliyor.
Bal peteğini andıran cam cephe türlü ışık oyunlarına sebep olurken, havaya göre değişen günlük ışığa tepki veren yansımalar görülmeye değer. Harpa, mimarisiyle 2013 yılında 350 rakip arasından sıyrılarak "Çağdaş Mimarlık için Avrupa Birliği Ödülü"nü almıştır.
Bizim orada olduğumuz sınırlı sürede seçtiğimiz konser için elbette İzlanda müziğini tercih ettik. Harpa hakkında bu kadar yazdıktan sonra konser salonunun akustiğini yazmama sanırım gerek yok. Sadece ben de okuduğum diğer tavsiyeler gibi oraya giderseniz mutlaka bir konser için vakit ayırın derim. Yolunuz düşerse: Harpa
18 Ağustos 2014 Pazartesi
"Golden Circle" ya da "Altın Çember"
İzlanda hakkında biraz bilgi edinince önerilen yerlerden biri olan "Golden Circle" adı verilen bir rota öne çıkıyor. Reykjavík`ten günlük olarak gidilebilen en sevilen seyahat rotası olan"Golden Circle" üzerindeki anlatacağım üç doğa harikası da gerçekten görülmeye değer.
Biz bunun için araç kiralamayı tercih ettik, bu rota üzerinde tur şirketleri de alternatif olarak elbette değerlendirilebilir.
Þingvellir ya da Thingvellir Milli Parkı, Reykjavík`in 40 km. doğusunda yer alan, 930 yılında dünyanın ilk parlamentosunun kurulduğu ve Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan bir bölgenin adı. Oraya vardığımızda azımsanmayacak sayıda araç ve otobüsle karşılaştık. Turizm ofisinde kısa bir bilgi aldıktan sonra yürümeye karar verdik. Giriş ücretsiz. Bölge geniş olduğundan ve bazı turistlerin yolu otobüsle devam etmelerinden dolayı yürüyüş yolunda turist yoğunluğu azalıyor. Hafif bir yağmurun eşlik ettiği yürüyüş bizden kimseyi yormadı doğrusu. Üstelik burası Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarının kırılma noktası olduğundan buradaki çatlakta yürümek her zaman elimize geçecek bir fırsat değildi.
Biz bunun için araç kiralamayı tercih ettik, bu rota üzerinde tur şirketleri de alternatif olarak elbette değerlendirilebilir.
Þingvellir
Þingvellir ya da Thingvellir Milli Parkı, Reykjavík`in 40 km. doğusunda yer alan, 930 yılında dünyanın ilk parlamentosunun kurulduğu ve Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan bir bölgenin adı. Oraya vardığımızda azımsanmayacak sayıda araç ve otobüsle karşılaştık. Turizm ofisinde kısa bir bilgi aldıktan sonra yürümeye karar verdik. Giriş ücretsiz. Bölge geniş olduğundan ve bazı turistlerin yolu otobüsle devam etmelerinden dolayı yürüyüş yolunda turist yoğunluğu azalıyor. Hafif bir yağmurun eşlik ettiği yürüyüş bizden kimseyi yormadı doğrusu. Üstelik burası Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarının kırılma noktası olduğundan buradaki çatlakta yürümek her zaman elimize geçecek bir fırsat değildi.
9 Ağustos 2014 Cumartesi
Önce Reykjavík
"Korkunun ecele faydası yok" derler ya, benimki de o hesap! Tatilden döndüğümden beri blog yazma işini erteliyorum. Çünkü çok iş, uzun iş, üç farklı makineden çekilmiş bilmem kaç küsür fotoğrafı gözden geçirme işi... Bugünkü ısınma turu biraz, İzlanda`nın başkenti Reykjavík`teyiz...
Reykjavík seyahatini her yaz gittiğimiz Hamburg tatili ile birleştirip Hamburg`dan dünyanın en kuzeyindeki başketine, Reykjavík`e direkt uçtuk böylece. Uçuş zamanı biraz ters, gece uçusu ve sabah 1.30 gibi havaalanındaydık. Bizim için ilk şok burası, o saatte inanılmaz bir kalabalık! İzlanda için en iyi sezonun temmuz ve ağustos ayları olması yoğunluğu açıklıyor elbette. Turistin yanısıra belgesel kanallarından grupların olduğunu fark ettik. Bu arada gece bindiğimiz uçak bizi hedefe doğru aydınlığa götürdü.
Bu fotoğraf kaldığımız yerden gördüğümüz manzara. Hemen bir parantez açalım buraya: airbnb aracılığı ile aylar öncesinden küçük bir evin çatı katını kiraladık. Airbnb, kendi alanında dünyada en yaygın kullanılan seyahat sitelerinden biri, güvenilir ve her bütçeye göre bir yer bulmak mümkün. (bkz: www.airbnb.com)
Hava tahmin ettiğimiz gibi. İskoçya`yı anımsattı biraz bize. Gayet net bir durum sanırım: tatilinizi deniz-kum-güneş üçgeni ile planlayanlardansanız ve yürümeyi pek sevmiyorsanız buraya hiç gelmeyin! Gördüğüm bir tişörtün üzerinde yazanlar İzlanda havasını fazlasıyla özetler nitelikte:
Kaldığımız yerden şehir merkezine -araba kiraladığımız günler hariç- her gün yürüdük. Böyle evler ve yeşilin göz kamaştıran tonu eşliğinde...
121.490 nüfuslu başkentte bu veya buna benzer 'ucube' heykelleri şehrin her tarafında görmek mümkün. Reykjavík Unesco Dünya Literatür kentlerinden biri, bu ünvanı alan ve İngilizce konuşmayan şehirlerden ilki olma özelliğini de taşıyor.
Harpa... Reykjavík ile ilgili okumaya başladığımda en çok ilgimi çeken mimariden biri. 2011 yılında açılmış olan opera ve konser binası. Gitmeden önce "mutlaka konsere gitmelisiniz" diye okuyunca gereken işlemi hallettik ve bir konser için biletlerimizi aldık. Bu müthiş mimariye ait daha çok fotoğraf başka bir yazıyla gelecek.
Burgerjoint... Reykjavík`te ne yenir, ne içilir derseniz; hamburger ve "fish&chips" fast food olarak yiyebileceğiniz yiyecekler arasında. Fotoğraftaki küçücük yer şehrin en lezzetli hamburgerini yapıyor. Burada fast food zincirlerini unutun, yok çünkü. Şehrin en işlek caddesinde tüm markalar yerel. Kahve çok tüketilmesine rağmen bir Starbucks bile yok! Benim için çok sevindirici bir detay bu, bıktım çünkü gittiğim yerlerde kopyalanmış caddeleri görmekten!
Yemek konusuna geri dönersem, bir ada ülkesinde sanırım deniz ve deniz ürünleri olması kaçınılmaz. Burada açıklanması gereken bir nokta var. Daha ilk gün öğreniyorum ki İzlanda`da balina eti sanılanın aksine yenmiyor. Ya da şöyle diyelim turistik bir aldatmaca. IFAW konuyla ilgili olarak 2011 yılından beri "Meet us, don`t eat us" adı altında bir kampanya yürütüyor ve 200`den fazla gönüllü sokaklarda turistlere kart ve broşür dağıtıp imza topluyor, "balina dostu" restoranların listesine de bakmak mümkün.
Deniz ürünleri dışında adadaki koyun sayısından da yola çıkarsak restoranlarda yiyebileceğiniz kırmızı eti de açıklamış olayım. Başka mutfaklardan da yemek yiyebileceğiniz restoranlar var elbette. İzlanda biraları da gayet lezzetli diyerek es geçmeyelim.
İzlanda`da en çok para harcadığınız kalem yeme-içme. Sonuçta ada ülkesi ve iklimi gereği her şeyi yetiştirmek mümkün değil. Tarıma elverişli toprakları az ama olan yerler yanardağlardan ötürü inanılmaz mineral zengini, dolayısıyla doğal tarım yapılıyor. Jeotermal kaynaklı ısıtma sistemi ile seralarda yetişiyor bazı sebze ve meyveler.
Reykjavík`te sokak aralarında hoş detaylarla karşılaşmak mümkün. Gördüklerimi çekmeye çalıştım hep. Burası da anlaşıldığı üzere bir kafenin yan duvarı.
Fazlasıyla sade, abartıdan uzak her şey...
"Kravat nasıl bağlanmalı" konulu bir duvar aniden karşınıza çıkabilir mesela...
Bu sanat değilse nedir o halde?!
Çocukların resimleri, 73 metre yüksekliğindeki Hallgrímskirkja kilisesine çıkan yol üzerinde sergileniyor.
Sokaklarda yer alan yangın musluklarının hepsi bu gülümseyen haliyle dikkat çekici:)
Dómkirkja`nın içinden bir görüntü.
Reykjavík seyahatini her yaz gittiğimiz Hamburg tatili ile birleştirip Hamburg`dan dünyanın en kuzeyindeki başketine, Reykjavík`e direkt uçtuk böylece. Uçuş zamanı biraz ters, gece uçusu ve sabah 1.30 gibi havaalanındaydık. Bizim için ilk şok burası, o saatte inanılmaz bir kalabalık! İzlanda için en iyi sezonun temmuz ve ağustos ayları olması yoğunluğu açıklıyor elbette. Turistin yanısıra belgesel kanallarından grupların olduğunu fark ettik. Bu arada gece bindiğimiz uçak bizi hedefe doğru aydınlığa götürdü.
Bu fotoğraf kaldığımız yerden gördüğümüz manzara. Hemen bir parantez açalım buraya: airbnb aracılığı ile aylar öncesinden küçük bir evin çatı katını kiraladık. Airbnb, kendi alanında dünyada en yaygın kullanılan seyahat sitelerinden biri, güvenilir ve her bütçeye göre bir yer bulmak mümkün. (bkz: www.airbnb.com)
Hava tahmin ettiğimiz gibi. İskoçya`yı anımsattı biraz bize. Gayet net bir durum sanırım: tatilinizi deniz-kum-güneş üçgeni ile planlayanlardansanız ve yürümeyi pek sevmiyorsanız buraya hiç gelmeyin! Gördüğüm bir tişörtün üzerinde yazanlar İzlanda havasını fazlasıyla özetler nitelikte:
Welcome to Iceland
If you don`t like the weather,
just wait five minutes...
121.490 nüfuslu başkentte bu veya buna benzer 'ucube' heykelleri şehrin her tarafında görmek mümkün. Reykjavík Unesco Dünya Literatür kentlerinden biri, bu ünvanı alan ve İngilizce konuşmayan şehirlerden ilki olma özelliğini de taşıyor.
Harpa... Reykjavík ile ilgili okumaya başladığımda en çok ilgimi çeken mimariden biri. 2011 yılında açılmış olan opera ve konser binası. Gitmeden önce "mutlaka konsere gitmelisiniz" diye okuyunca gereken işlemi hallettik ve bir konser için biletlerimizi aldık. Bu müthiş mimariye ait daha çok fotoğraf başka bir yazıyla gelecek.
Burgerjoint... Reykjavík`te ne yenir, ne içilir derseniz; hamburger ve "fish&chips" fast food olarak yiyebileceğiniz yiyecekler arasında. Fotoğraftaki küçücük yer şehrin en lezzetli hamburgerini yapıyor. Burada fast food zincirlerini unutun, yok çünkü. Şehrin en işlek caddesinde tüm markalar yerel. Kahve çok tüketilmesine rağmen bir Starbucks bile yok! Benim için çok sevindirici bir detay bu, bıktım çünkü gittiğim yerlerde kopyalanmış caddeleri görmekten!
Yemek konusuna geri dönersem, bir ada ülkesinde sanırım deniz ve deniz ürünleri olması kaçınılmaz. Burada açıklanması gereken bir nokta var. Daha ilk gün öğreniyorum ki İzlanda`da balina eti sanılanın aksine yenmiyor. Ya da şöyle diyelim turistik bir aldatmaca. IFAW konuyla ilgili olarak 2011 yılından beri "Meet us, don`t eat us" adı altında bir kampanya yürütüyor ve 200`den fazla gönüllü sokaklarda turistlere kart ve broşür dağıtıp imza topluyor, "balina dostu" restoranların listesine de bakmak mümkün.
Deniz ürünleri dışında adadaki koyun sayısından da yola çıkarsak restoranlarda yiyebileceğiniz kırmızı eti de açıklamış olayım. Başka mutfaklardan da yemek yiyebileceğiniz restoranlar var elbette. İzlanda biraları da gayet lezzetli diyerek es geçmeyelim.
İzlanda`da en çok para harcadığınız kalem yeme-içme. Sonuçta ada ülkesi ve iklimi gereği her şeyi yetiştirmek mümkün değil. Tarıma elverişli toprakları az ama olan yerler yanardağlardan ötürü inanılmaz mineral zengini, dolayısıyla doğal tarım yapılıyor. Jeotermal kaynaklı ısıtma sistemi ile seralarda yetişiyor bazı sebze ve meyveler.
Reykjavík`te sokak aralarında hoş detaylarla karşılaşmak mümkün. Gördüklerimi çekmeye çalıştım hep. Burası da anlaşıldığı üzere bir kafenin yan duvarı.
Fazlasıyla sade, abartıdan uzak her şey...
"Kravat nasıl bağlanmalı" konulu bir duvar aniden karşınıza çıkabilir mesela...
Bu sanat değilse nedir o halde?!
Çocukların resimleri, 73 metre yüksekliğindeki Hallgrímskirkja kilisesine çıkan yol üzerinde sergileniyor.
Sokaklarda yer alan yangın musluklarının hepsi bu gülümseyen haliyle dikkat çekici:)
Biraz güneş yetiyor milleti çimlere yaymaya. Arkada görülen kilise Dómkirkja.
Şehir merkezinde bir barın kapısında asılı bu yazı. E bence süper fikir, herkes mutlu olabilir bu durumdan:)
Kiki-Queer Bar renkleriyle kendisine baktırmayı başarıyor.
Reykjavík`te kütüphaneye giden yolda kaldırımı da okumak lazım.
Te & Kaffi, anlaşılmayan bir şey var mı?
Reykjavík dışında, İzlanda`nın güneyinde Stokkseyri`de rastladığımız el işi ürünler satan dükkanın önünden bir kare ile ilk yazıyı sonlardırmanın vakti geldi.
Şu ana kadar şehir izlenimleri gördünüz, okudunuz. Asıl İzlanda bundan sonra geliyor. Dünyanın en büyük volkanik adası, "ateş ve buzul" ülkesi bizi buraya getiren...
Not: Fotoğrafları lütfen izinsiz kullanmayınız.
Not: Fotoğrafları lütfen izinsiz kullanmayınız.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)