Semi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Semi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2016 Pazartesi

Pratik bir Şal Dikelim mi?

Süslü püslü biri hiç değilim ancak konu şal ise hayır demem. Pek severim, sık sık da kullanırım. Şal sevdiğimi bilen dostlar sayesinde de irili ufaklı epey şalım oldu. Mevsimine göre takar takıştırırım anlayacağınız. Sizde durum nasıl? Sever misiniz?

19 Kasım 2013 Salı

Kırk!

Kırk gün kırk gece eğlenesim var benim. Kolay mı, kırkım çıkalı kırk sene olmuş.
 'Tekne kazıntısı' olarak açtım gözlerimi ve esas sonraları anlayacaktım ne demek istediklerini. Ailenin üç çocuğundan sonra, annem otuz üç yaşındayken doğurmuş beni. O kırk yaşına geldiğinde neler geçerdi çocuk aklımdan. Çok büyüktü yahu kırk! Parmak hesabı yaparak annemin çok yaşlandığını düşünüp "ya ölürse" endişelerini kafamdan atmam epey sürdü.
Bildiğin çocuktum işte; "Ali Baba ve Kırk Haramiler" masalından sonra "açıl susam açıl" deyip çuval çuval altın bulasım vardı benim. Altın bulamadım elbette ama kırk fırın ekmek yedim insan oluncaya kadar, yetmediyse tamamlamaya müsaitim.
Sokakta geçti çocukluğum; kafamda kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmez zamanlardı. Annemin ince çorabını elek olarak kullanıp, böğürtlen lekeleriyle eve dönüp azar işittiğim, annemin diktiği kırmızı İskoç eteğimle ağaca tırmanıp dalında asılı kaldığım, toprakla sadece oynamayıp bir de üstüne afiyetle yediğim en güzel zamanlar... Mahallede, apartman bodrumlarında piyes oynadım en çok. Kırkayak var mıydı bilmem ama bodrumların pireli olduğu dedikodusu vardı hep, "aman sakın girmeyin" denirdi. Biraz huylansak da kim takardı pireyi! Doluşurduk, piyes dışında da herkes ne marifeti varsa dökerdi ortaya. Şarkılar, küçük oyunlar, taklitler, tekerlemeler..."kırk küp, kırkının da kulpu kırık küp"
Kırk....Alıştırmak lazım, öyle birden söylenmiyor. Yavaş gelin, usulca...
Vakit veda vakti ne de olsa, 'otuzlar'ı öpüp koklayıp henüz gönderdim.
Kulağımda bir fısıltı: "Kırkından sonra azanı teneşir paklar", hişşşt aman uslu dur Semi...


22 Ekim 2012 Pazartesi

Yarı Güncel, Yarı Hörgüç

Bir önceki postun tarihine baktım, YUH dedim sesli olarak. Mazeretlerim var elbet; öyleydi, böyleydi, şöyleydi...Kabul, "iyi bir blogger nasıl olmalı" tarzı dönem yazılarına göre durumum pek parlak değil, örnek blogger hiç değilim:) İddia da fışkırmıyor her yerimden; kasmıyorum kendimi, onu şöyle yazmalı, bunu da bilmem ne yapmalı, haftada X sıklıkla olmalı, takla atıp bir de amuda kalkmalı...
Takılmıyorum böyle şeylere, dikkate aldığım birkaç husus var hepsi bu: yazı yazarken özenli olmak, hiç olmazsa ortalama bir fotoğraf kalitesini tutturmak. İçerik mi? O kendiliğinden geliyorum diyor zaten:)

Bir nevi öyle diyelim

Etrafında 'ecnebi' birileri olan herkes bilir; artık bir kültür elçisi olursunuz, ülkeniz ve diliniz hakkında her şeyi bilmeniz şarttır, nedenleri/niçinleri cevaplamanız beklenir sizden, kendinizin bile bunca zamandır farkına varmadığı şeyler birden soru şeklinde karşınızda 'gulyabani' gibi durur...Hele ki bu ülke Türkiye ise işiniz daha zordur belki de. Paradokslar ülkesi, her yerinden başka bir kültür fışkıran, batılı ama oryantal (ya da tersi), doğrusu/yanlışı belli olmayan, günü kurtaran çözümlerin başrolü kaptığı, sıcak insanların yaşadığı (bilmediği yolu bile tarif edecek kadar sevecen hatta), sürprizlerle dolu, dinamiği hiç eksik olmayan....gibi ne ifadeler kullanılır daha...Ben alışkınım tüm sorulara, genelde gardımı alır beklerim:)
Bazen yarım-yanlış bilgilerle karşılaşırsınız, bu belki de en kötüsüdür. Hiç bilmeyen birine anlatmak çok daha zevklidir, kolaydır ama iş biraz bilen ve o bildiğini de aslında yanlış bilen biriyse işiniz çok zor. Ön yargı dediğimiz şey devredeyse Einstein`ı anmaktan başka artık yapacak bir şey kalmamıştır.
Sözü geçen ziyaretçileriniz, dostlarınız belli bir yaşın üstündeyse bir bakarsınız kendinizi bazen bir film karesinde bulursunuz, ki hiç tavsiye etmem:)

Sadet mi?

Misafirler buralara ilk kez gelmediğinden ve görülebilecek tüm tarihi ve turistik yapıları, çarşı-pazarı gezdiğinden görmedikleri yerler öncelik kazandı.

Yolumuz Merinos`tan geçti:
Bir dönem faaliyet gösteren Merinos İplik Fabrikası`nın enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş olan tesis artık eylül ayından beri Enerji Müzesi olarak halka açık. Fabrikanın aktif olduğu dönemle ilgili birçok bilgiye sahip olabileceğiniz gibi, elektrikli motorla çalışan otomobil, rüzgar enerjisi, o dönemde kullanılan radyo, tv, çamaşır makineleri, pikap vs. sergilendiği bölümlerin de olduğu müze detaylarıyla birlikte özenle hazırlanmış. (Açıklamaların sadece Türkçe yazılması tek kusuru olsun.) Giriş ücretsiz, umarım çok sayıda ziyaretçi çeker diyerek oradan ayrılıp gene aynı yerde olan Türkiye`nin ilk Tekstil Sanayi Müzesi`ne geçtik.


Açılışını Atatürk`ün yaptığı Merinos Fabrikası, aynı zamanda Atatürk`ün yaptığı son açılış (02.02.1938) olma özelliği taşıyor. 7 bin metrekarelik alanda oluşturulan Türkiye`nin ilk Tekstil Sanayi Müzesi, faaliyette bulunduğu süre boyunca toplam 18 bin kişiye istihdam sağlayan Merinos`un önemli sanayi taşlarından biri olarak dönemi çok iyi anlatıyor. Yünün işlenmesinden, iplik haline gelmesi ve konfeksiyon olarak sunulmasına kadar her aşamanın anlatıldığı müze, aynı zamanda pek çok anıyla dolu.


Gezerken, o havayı koklarken, Türkiye için ne kadar önemli bir sanayi adımı olduğunu çok net anlayıp, neden Cumhuriyet tarihinin sembol işletmelerinden biri olduğuna tanıklık ediyorsunuz. Sadece üretimle değil, sosyal yaşamıyla, spor kulüpleriyle tüm bölgeye katkı sağlayan Merinos`un tarihine yakından bakmak isteyenler yollarını bir şekilde Bursa`ya düşürsünler...
Son zamanlarda böyle özenli, detaylı hazırlanmış müzeler görünce seviniyorum. Genel sıkıntı buraları yaşatmak, güncel kılmak. Bu da bizlerin müzelere gitmesiyle mümkün, ne yazık ki gezerken çoğu kez sadece okul gruplarını görebiliyoruz. Mevsim itibari ile dışarılarda daha az gezilecek madem, etrafınızdaki müzelere gidin, sergileri kaçırmayın diye de mesajımızı verelim:)
Gezme-görme işini şimdilik burada bırakıp başka sulara akıyorum:)

Biraz da hörgüçten

Şu eylül-ekim aylarına neler sığdı neler...Kaç doğum günü, kaç misafir, kaç yemek, kaç gezip tozma, kaç film...Bitmedi, bitmesin de zaten:) Arada kaçıp kendimi de oyalamadım değil:) Basit şeyler, çok uzun vakit ayırmadığım, çabucak sonuç alınabilen.
Çocukların küçülen kalemlerine uzun zamandır el koyuyorum hep. Öyle ya da böyle çöpe atmak içime sinmiyor.
Örnekleri çok sağda solda, neler yapıldığı, nasıl yapıldığı...Kısaca şu: Küçülmüş kalemler biraz daha düzgün olsun diye açılır, ince uçlu bir matkapla delinir. Gerisi nasıl isterseniz öyle:)
Uçlardan cilde renk bulaşmasın diye yakında bulunan yapıştırıcıyla ince bir tabaka sürdüm bu arada. (başka bir şey de kullanılabilir.) Böyle çalışmalar benim için olası şeyler, daha önce pastelleri de değerlendirmiştim. (bkz.Pastellerin Kalpli Sonu) Aranızda başka fikir sahipleri varsa seve seve kabul, yapmayı deneriz ev halkıyla:)
Sevdiklerinizle birlikte, gönlünüzce bir Kurban Bayramı geçirmenizi diliyorum. Sonrasında Cumhuriyet Bayramı`nı da coşkuyla kutlamayı unutmayalım...

23 Şubat 2012 Perşembe

Şımarık Anne, 'cool' Çocuklar

Yarın gitmem gereken bir doğum günü var, gitmem gereken derken zorlama değil, seve seve aslında. Severim öyle ya da böyle keyif tadında her şeyi. Kutlama çocuğu bana kolaylık yapıp hediye konusunda da çok açık ve net konuştu; önlük istiyorum! 
Peki, engel yok.
Kendisinin pek internetle alakası olmadığından bloga koyma cesaretim mevcut cepte. Kendimi de feda ettim bu konuda, maksat önlüğü göstermek:)
Önlük tamam, kendini de göster de, bu kadar şımarık pozlara ne gerek var derseniz yeridir:))
a) Havam batsın    b) Canım çekti    c) Önlük değil ama keyif benim değil mi?    d) Şımarığım işte!

10 Ocak 2012 Salı

Benlik Haller....

Bugün tam da bu fotoğraflardaki hallerdeyim. Havanın tüm kasvetine rağmen -ki severim böyle havaları- kendimi böyle hissediyorum. Biraz muzip, biraz salak, biraz hoş....Aklı uçuk olsam, çılgınlık yapsam gibi bir durum söz konusu:) İdare edin beni bugün....


15 Kasım 2011 Salı

Geriden Takip

Bayram da geçtikten sonra yılbaşı ve Noel ile haşır neşir durumum arttı. Beni takip edenleriniz bilir, diktiğim ve bloğumda gördüğünüz her şey beni yansıtır, benim zevkimdir, renklerimdir. Yani herkes gibi aslında, fikirler, kafamdan geçenler de kendi ihtiyaçlarımdan doğuyor.
Hediye vermeyi çok önemserim, vaktim olduğu sürece plastik mağaza poşetlerinde hediye vermemeye özen gösteririm. İçindeki çok basit olabilir ama sunumu göz doldurmalı. Yukarıda gördükleriniz ve benzerleri bu düşünceyle çıkıyor ortaya.
Kurabiye Adam`ın böylesini ilk kez çalıştım. Hikayenin kötü bitmesine rağmen ailece severiz kendisini, daha önce kurabiye olarak da lüpletmişliğimiz oldu:)



Günlerden pazartesi olmasına rağmen kahve keyfimi eksik etmedim. Yanında çifte kavrulmuş fıstıklı Safranbolu Lokumu eşliği ile keyif doruklarda. Bayramda hangi diyarda gezdiğimi tahmin etmek zor değil herhalde. Biraz annemi ziyaret, biraz da yol üstü olan Safranbolu. Yıllar önce de gittiğim ve çok sevdiğim yer orası, şimdilerde beğendiğim yerleri çocuklarla bir kez daha ve çocuk gözüyle keşfediyorum. 1994 yılından beri Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Safranbolu`yu pek çok yönüyle beğenirken 'keşke' dediğim şeyler de yok değil. Mesela dünyayı saran 'Made in China' salgınından korunması gereken bir yer burası. Böyle bir yerde sadece ve sadece el emeği ve yöreyi anlatan, yöreye ait işler görmek ister gözüm ve paşa gönlüm.

Bu arada "Food Styling" , yemek stilistliğinin neden gerekli olduğunu yandaki fotoğrafı çekme çabalarımda köpüğüyle cebelleşirken anladım. İyi bir kare yakalayana kadar köpüğün güzelliğinden eser kalmadı. 

Yanımızda bir de o çok değerli safran bitkisinden getirdik. Bu kadar çabuk açıp güzelliğini sergileyeceğini bilmezdim.
Bilenleriniz vardır mutlaka ama gene de not düşeyim: 80.000 çiçekten yarım kilo safran çıkarılıyor. Kendi ağırlığının 100.000 katı suyu sarı renge boyar. Ağırlığına göre dünyanın en pahalı baharatı, kilosu 15.000 TL! İnanılmaz değil mi?




Gitmeyenler için biraz daha Safranbolu.....



Sadrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılan "İncekaya Su Kemeri". Sonbaharın boyadığı renklerde yürüyüş için ideal!



Gene İzzet Mehmet Paşa tarafından 1797`de İngiltere`den getirtilen saat kulesi günümüzde hala çalışıyor. Saatin bakımını üstlenen aslında kundura ustası olan İsmail Ulukaya kırk yıldır bu işi gönüllü yapmakta olduğunu söyledi.Yarım saatte bir ve her saat başı çalan çanı duyabilirsiniz.

Fotoğraflardan biri de "Bulak (Mencilis) Mağarası" na ait. Türkiyenin 4.büyük mağarası, gerçekten etkileyici. Toplam uzunluğu 6042 metre. Birbirine bağlı 3 kattan oluşuyor ve mağaranın sadece 400 metresi ziyarete açık.

*Safranbolu fotoğrafları eşimden, teşekkürler kendisine:)

13 Eylül 2011 Salı

Adamı Bozar, Bünyeye Zarar

Hemen harekete geçmeli...Starbucks`ta asortik bir kahve içmeli, alışveriş merkezi ziyaret edilip tüketime katkı sağlamalı, tv`deki reytingi bol dizilerden birine dalmalı ya da politik bazı tartışmaları izleyip nerde yaşadığım hatırlanmalı, dalgınlığı bırakıp yol çukurlarından kaçmak için gerekli manevraları yapmalı....kısaca arınmalıyım Viyana ziyareti sonrası....En büyük katkı aylardan eylül olmasından dolayı çabuk geldi, okul telaşı daha ertesi gün sardı ev ahalisini. Unuttum, gördüğüm onca görsel şöleni, unutulmaz tarihi, Mozart`ı, sanat kokusunu, saygılı insanları, temiz çevreyi, "Schnitzel"`i, "Kaiserschmarrn"`ı, kahvenin tadını...

Schloss Schönbrunn ve Spanische Hofreitschule



"Die Minoritenkirche"(1786)


Der Stefansdom (1365)


Mozart`ın yaşadığı pek çok evden bazıları....




"Sachertorte"`nin orjinali işte burada, aynı zamanda otel burası.
Franz Sacher (1816-1907), 16 yaşında yapmış ilk Sachertorte`sini....Günümüzde hala tartışma konusu (hatırlatayım bizdeki İskender), isim hakkını otel almış "Original Sacher-Torte" ama başka bir pastanede mahkeme sonucu bu ismi almış: "Demel's Sachertorte" Aradaki fark marmelat kat sayısı!


Normal ölçülerde bir insaoğlu kaç tane yiyebilir ki?


Viyana Televizyon Kulesi`nden Bungee Jumping yapmak mı???


Sanal değilim, duyurulur:)