annem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
annem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2014 Cuma

#repost Kıymetlim!

Pazar günü malum "Anneler Günü". Evet, aslında bu tarz özel günlerin abartılmasını çok doğru bulmuyorum. Annelerin değeri eminim hiçbirimizin gözünde bilmem ne marka küçük ev aleti veya pırlanta değil. Anneniz yanınızdaysa içten bir sarılma, belki bir çiçek yeter de artar bile bir annenin gözünde. Benim gibi uzaktaysanız telefonla arayıp sıcak bir muhabbet edersiniz. (ki biz zaten yıllardır haftanın birkaç günü bu haldeyiz:)) Annemin özel gün anlayışını ise bu cümle özetler: "beni üzmeyin yeter."
Geçtiğimiz hafta sonu annemi ziyaret ettiğimde bana gene o harika dantel örtülerinden verdi, evimin örtü sponsoru diyorum artık ona:) Ben de o yaşlara geldiğimde umarım en az onun kadar üretmeye devam ederim.
Bir baktım ki annem hakkında bloga yazalı iki seneyi geçmiş. O zamanlar 72 yaşında demişim. Yaş değişti elbet ama annem aynı o yazıda anlattığım gibi:) "Anneler Günü" hatırına o çok okunan yazımı tekrar yayımlıyorum:

Kıymetlim!

Fotoğrafa bakan anlamıştır sanırım annem olduğunu:)
Herkesin annesi kıymetlidir, özeldir. (babaları belirtmeme gerek var mı:)
Benimki de öyle, gelir ve geldiği gibi her işime koşturur. Zannetmeyin ki çıtır bir durumu var, tam 72 yaşında! (bilmiyorum ne dersiniz, maşallah mı dersiniz, tahtaya mı vurursunuz ama bir şey yaparsınız artık:)
"Gelmişken mantı açayım, sarma sarayım, ütü yapayım" modunda tüm zaman geziyor evin içinde. Frenlemezsem kendimi kötü ve tembel hissetmeme yol açıyor bu durum:)
Bazen çok konuşur, saymayı yıllar önce bıraktığım için kaçıncı baskı olduğunu bilemediğim hikayeleri tekrar, tekrar ve tekrar dinlerim. Kimi zaman tanımadığım, bilmediğim insanlar söz konusu, kimi zaman dizi kahramanları, kimi zaman hasta-doktor hikayeleri....Olsun, kulağım aşınacak değil ya, günlük yaşamda ne saçmalıklar dinliyorum, annemi mi dinlemeyeceğim yani! Dinliyorum, hatta yetmiyor üzerine nadide yorumlar yapıyorum:)
Hiç bitmeyen "ben senin yaşındayken..." diye başlayan cümlelerin sonu gelmez. Bende beğenmediği ne varsa suratıma vuracak cüreti vardır, canımı yakar bu durum bazen. Mesela hep koyu renkleri giymemi hiç beğenmez (ona göre yaşlı renkleri bu renkler), neden makyaj yapmam hiç anlamaz (kadın dediğin kendine bakar, hiç olmazsa ruj sürer), kilo alırsam yandım (kendine hiç bakmıyorsun der), çocuklara sesim yükselse (aaa sen de çok bağırıyorsun çocuklara der), telefonla çok konuşursam (neden bu kadar çok arıyorlar seni der), arayan bir erkek arkadaşsa (kadın-erkek arkadaş olmaz der)...
Ha bir de kız çocuk takıntısı var ki, yıllardır başımın belası. Kendisi dört kız doğurup tekne kazıntısında (bu ben:)) ancak durmuş, benzer performansı benden bekliyor. Hiç olmazsa bir kere daha doğurursam belki kız olurmuşmuşmuş....
Cevabım her zaman net, "hiç niyetim yok" olmasına rağmen, bitmedi kız çocuk muhabbeti.
Yetmiyor bir de çocukları dolduruyor konuyla ilgili. Çocuklara "kız kardeşiniz olsa ne güzel olur değil mi" tarzı soruları özellikle ben yokken soruyor artık. Nasıl mı biliyorum, ikisi de gelip "anne sen çok tembelmişsin, kız çocuk yapmıyormuşsun. Anneannem öyle söyledi" gibi dedikoduları hiç vakit kaybetmeden yumurtluyorlar:))
Ama tüm bu provokasyon bir işe yaramıyor, kız konusu bizim evde komple kapsam dışı!
Bilirsiniz anne olduktan sonra insan hayata da, ailesine de, özellikle annesine bambaşka bir gözle bakar. Ben nasıl bir anneyim şimdilik bilemiyorum ama olmak istediğim bir anne modeli var, yani en azından ne olmak istediğimi biliyorum, -ki bu da iyi bir şey:) Örneklemem gerekirse, hani Kaybedenler Kulübü`nde Serra Yılmaz`ın anne rolü var ya, işte ondan istiyorum. (oh be siparişi verdim rahatladım:))
Oğlanlar "özledim" dememe gerek kalmadan gönülden gelsinler bana, sahte bir saygı değil, içten bir saygı olsun aramızda, sevgililerinin dedikodularını yapalım, hatta bazen konsere gidelim keyifle, sevdikleri yemekler olsun, beraber girelim mutfağa bazen, ortak sevdiğimiz müzikleri dinleyelim, yeni albümleri, filmleri tartışalım, işlerini anlatsınlar, tartışalım da zaman zaman...bildiğiniz hayat işte, ama kaprisi, nazı alınmış, dürüstlük önde....
Önümde uzun yıllar üzerinde çok çalışmam gereken bir ödev listesi var ve ben neyse ki bu durumun farkındayım:)

Annemi çok sevdiğimi yazmış mıydım?

Not: Anneme bu yazıyı önizleme olarak gösterdiğimde bana "ablan da görecek mi bu yazıyı" diye sordu, "evet" dedim, peki "İngiltere`deki ablan?", "evet" dedim, "aslında tüm dünya!" Şaşkın gözlerle baktı bana:) Ne hatırladım dersiniz, "Peki, Zeki Müren de bizi görecek mi?":)))))

4 Aralık 2012 Salı

Nasıl Bir Şey O?

İstanbul Tasarım Bienali`ne gittim. Ya da şöyle düzelteyim: Bienal kapsamında olan iki sergiye, Musibet ve Adhokrasi! Bienalde 46 ülke, 300`e yakın tasarımcı, 100`den fazla proje yer alıyor.

Bazen denk gelirsiniz, karşınıza çıkan biri öyle bir bakar ki, altyazıda şunu okurum ben: "ne alaka yani bienal?!" Ya da annem gibi: "Nasıl bir şey o?" "Merak etme anne, kötü bir şey değil. Sergi gibi falan yani" Bizim bu telefon konuşmalarımızı bir tasarımcı duysa ağlar herhalde:))

Bienale gitmek için 'bir şey' olmanıza gerek yok aslında. Yaşadığınız şehre, ülkeye, dünyaya baktığınız açıyı değiştirmek veya sorgulamak için, bazı insanların nelere kafa yorduğunu anlamak için, gelecekte bizi daha nelerin bekleyebileceğini görmek için, dikkat çekilen noktalarda biraz olsun farkındalık kazanmak için.....ve kendinize göre pek çok nedenden dolayı bienale gidilir!

'Eee anlat bakalım' kısmı ise en zoru sanırım. Hepsi mümkün olmasa da akılda en kalıcı olanlar, anlamlandırabildiğim en iyilerini kuru kuru geçmeyeyim, ki belki birilerinde bienal iştahı açılır:)

İstanbul: Kentsel Kılık (Ebru Salah)
Dönemler boyunca kılıktan kılığa girmiş İstanbul`un elbisesi ancak bu kadar şık olur derken projeyi okuyunca daha bir anlamlı hale geliyor: Çevre yolları kesme, iki yakayı birleştiren köprüler ve vapur hatları dikme, büyük kenstsel dönüşüm projeleri yama, kentsel yoğunlaşmanın olduğu rant alanları katlama, standart yapılaşma alanları kalıp olarak karşımıza çıkıyor.

Olağanaltı (Ceren Balkır Övünç, Elif Kendir B.,Emre Altürk, Nilay Yurtsever)
Kırılgan bir ortam burası. Birinin üzerinde bir film karesi:"istanbul, ya sen beni yeneceksin, ya da ben seni!..."Bir diğerinde boğazdan geçen 312.tanker, diğerinde lüfer, birinde vapur.... Belirlenen noktaya gelip, çenenizi dayayıp baktığınızda ise İstanbul Silüeti!

40 Nasihat Made in İstanbul (Özlem Berber, Sait Ali Köknar, Funda Uz, Ali Paşaoğlu, Yuvacan Atmaca, Özlem Ünsal)
Bahsi geçen 40 Nasihat`a tebessümle bakıyorsunuz. Gece yarısı İstanbul Hatırası dövme yaptıran, dam üstünde spor sahası olan okul, Galata Köprüsü balıkçısının olta sabitleyicisi....gibi kent nasihatleri görülmesi gerekenlerden:)

İstanbul -O- Matik (Cem Kozar, Işıl Ünal)
Sergide mutlaka bahsedilmesi gereken ama anlatması çok zor olan interaktif bir kent yapma oyunu aslında. Karşınızda üç boyutlu bir ekran ve yerde butonlar. TOKİ, politikacılar, yıldız mimarlar, turistler... Çok etkileyici!


Kentsel Yenileme ve İlgili Memnuniyetsizlikler: Kreuzberg-IBA '84/87 (Esra Akcan)
Projenin yanındaki açıklama: "Bir Türk ailesinin Alman Federal Anayasa Mahkemesi`nde 1993`te kazandığı bir dava sonucunda, bilgi edinme özgürlüğü anayasal hakkının bir parçası olarak uydu anteni sahibi olabilmek ve Türk televizyonlarını seyredebilmek için kanuni izin çıktı."
Çanak içinde çanakları neden gördüğümüzü de anlamış olduk:)

İnşaat Ya Resulullah (Aydan Çelik)
Birikim dergisinin ekim 2011 sayısının kapağı bu kez bienaldeki Musibet sergisinin bitişinde uğurluyor bizleri ve yutkunarak yorumsuz kalıyorum ben de:)

İstanbul Modern`de görebilecekleriniz bu kadar değil tahmin edersiniz:
"Giysi Takası", "İslam, Cumhuriyet, Neoliberalizm", Soundspace", "Bilinmeyenin Gerçek Dışı Durumu","İzmir/Deniz" Töztepe", "Ben Başkan Olsam"... benim için diğer öne çıkanlar.

Bienalin diğer adresi Adhokrasi sergisi için Galata Özel Rum İlköğretim Okulu`na devam ettik.
Sergi binası müthiş!


Okul, demografik sebeplerden dolayı 1988 yılında kapanmış, 2001 yılında anaokulu olarak tekrar hizmete açılmış ancak 2007 yılında öğrenci yetersizliğinden dolayı bir kez daha kapanmış. Sınıfları hayal ederek yürürken, kimi odaların kapılarının yanlarında müdür, müdür yardımcısı tabelalarını görünce içim burkuldu ister istemez...

Imagine (Pedro Reyes)
Bu serginin en çarpıcı projesi Meksika`dan. Pedro Reyes, 2008`den beri yasadışı silahların gönüllü olarak bağışlanması için kampanya düzenlemiş. El konulan silahları gitar, flüt, bateri gibi farklı müzik aletlerine dönüştürüp bir orkestra ortaya çıkarmış.
Bu projeyi, İstanbul Tasarım Bienali Direktörü Özlem Yalım Özkaraoğlu şöyle anlatmış:
"... Müzik enstrümanlarına dönüştürülen silahların gerçek olması ve özellikle de Meksika'dan gelmesi, nakliye işleminin başlı başına bir zorlu bir süreç olacağının habercisiydi. Enstrümanları, İstanbul Tasarım Bienali'nin 'Adhokrasi' sergisine getirmek için eylül ayı başında Pedro ile konuşmaya başladık. Nakliyat için öncelikle içişleri bakanlığından izin belgesi alınması gerekiyordu. Uzun süren yazışmalar ve pek çok hayır cevabı bizi yıldırmadı. Tüm bu işlemler için neredeyse tüm İKSV çalışanları iki-üç hafta durmadan çalıştı. Bir aylık çalışmanın sonunda emeklerimizin karşılığını aldık, müzik enstrümanları özel olarak hazırlanan korumalı dört sandıkla Mexico City'den Paris aktarmalı olarak İstanbul'a vardı. Enstrümanlar İstanbul'a ulaştığında Tasarım Bienali ofisinde kutlama yapıldı. Bienalin açılış kokteylinde Gevende grubu bu aletleri kullanarak bir konser verdi, gerçek bir kutlamaydı...."

Adhokrasi sergisinde yaratıcılık ön planda. Mikro Hava Araçları, Tost Makinesi Projesi, Doğaçlama Makinesi, Şeffaf Araçlar, Kendi Kendinin Hediyesi Ol, Taşıttan Projeler, Toki Kullanıcıları İçin Hayatta Kalma Kılavuzu, İnsansız Hava Aracı bunlardan bazıları sadece.
Kendi Kendinin Hediyesi Ol, maalesef mola verdi ordayken, göremedik. Ancak oldukça ilginç, bir platform üzerinde önce vücudunuz Kinect sensörler tarafından taranıyor ve birkaç dakika içinde kendi üç boyutlu modelinizi elinize alabilirsiniz. Çalışırken değil ama sonuçları gördük:)
Atladığım, anlatmadığım, fotoğraflamadığım projeler var elbet. En iyisi gidip kendiniz görmeniz, yorumlamanız. Buradakiler tadımlık sonuçta:) Geç kalmayın, son tarih 12 aralık!
Gerekli bilgi için:
İstanbul Tasarım Bienali
İstanbul Modern

Güzel bir gündü. Bir de bu günü bir blog dostumla yaşayınca çok daha özel oldu:)
Sevgili Sezer (Klio`nun Şarkısı) ile uzun zamandır buluşma konusu vardı aramızda. Kuru kuru buluşup kahve içmeyelim deyip bienalde buluşmaya karar vemiştik, isabetli de oldu.

Bir sonraki buluşmada belki daha kalabalık oluruz, ne dersiniz oradakiler?

Fotoğrafların tümü bana aittir. Lütfen izinsiz kullanmayın.

29 Şubat 2012 Çarşamba

Kıymetlim!

Fotoğrafa bakan anlamıştır sanırım annem olduğunu:)
Herkesin annesi kıymetlidir, özeldir. (babaları belirtmeme gerek yok sanırım)
Benimki de öyle, gelir ve geldiği gibi her işime koşturur. Zannetmeyin ki çıtır bir durumu var, tam 72 yaşında! (bilmiyorum ne dersiniz, maşallah mı dersiniz, tahtaya mı vurursunuz ama bir şey yaparsınız artık:)
"Gelmişken mantı açayım, sarma sarayım, ütü yapayım" modunda tüm zaman geziyor evin içinde. Frenlemezsem kendimi kötü ve tembel hissetmeme yol açıyor bu durum:)
Bazen çok konuşur, saymayı yıllar önce bıraktığım için kaçıncı baskı olduğunu bilemediğim hikayeleri tekrar, tekrar ve tekrar dinlerim. Kimi zaman tanımadığım, bilmediğim insanlar söz konusu, kimi zaman dizi kahramanları, kimi zaman hasta-doktor hikayeleri....Olsun, kulağım aşınacak değil ya, günlük yaşamda ne saçmalıklar dinliyorum, annemi mi dinlemeyeceğim yani! Dinliyorum, hatta yetmiyor üzerine nadide yorumlar yapıyorum:)
Hiç bitmeyen "ben senin yaşındayken..." diye başlayan cümlelerin sonu gelmez. Bende beğenmediği ne varsa suratıma vuracak cüreti vardır, canımı yakar bu durum bazen. Mesela hep koyu renkleri giymemi hiç beğenmez (ona göre yaşlı renkleri bu renkler), neden makyaj yapmam hiç anlamaz (kadın dediğin kendine bakar, hiç olmazsa ruj sürer), kilo alırsam yandım (kendine hiç bakmıyorsun der), çocuklara sesim yükselse (aaa sen de çok bağırıyorsun çocuklara der), telefonla çok konuşursam (neden bu kadar çok arıyorlar seni der), arayan bir erkek arkadaşsa (kadın-erkek arkadaş olmaz der)...
Ha bir de kız çocuk takıntısı var ki, yıllardır başımın belası. Kendisi dört kız doğurup tekne kazıntısında (bu ben:)) ancak durmuş, benzer performansı benden bekliyor. Hiç olmazsa bir kere daha doğurursam belki kız olurmuşmuşmuş....
Cevabım her zaman net, "hiç niyetim yok" olmasına rağmen, bitmedi kız çocuk muhabbeti.
Yetmiyor bir de çocukları dolduruyor konuyla ilgili. Çocuklara "kız kardeşiniz olsa ne güzel olur değil mi" tarzı soruları özellikle ben yokken soruyor artık. Nasıl mı biliyorum, ikisi de gelip "anne sen çok tembelmişsin, kız çocuk yapmıyormuşsun. Anneannem öyle söyledi" gibi dedikoduları hiç vakit kaybetmeden yumurtluyorlar:))
Ama tüm bu provokasyon bir işe yaramıyor, kız konusu bizim evde komple kapsam dışı!
Bilirsiniz anne olduktan sonra insan hayata da, ailesine de, özellikle annesine bambaşka bir gözle bakar. Ben nasıl bir anneyim şimdilik bilemiyorum ama olmak istediğim bir anne modeli var, yani en azından ne olmak istediğimi biliyorum, -ki bu da iyi bir şey:) Örneklemem gerekirse, hani Kaybedenler Kulübü`nde Serra Yılmaz`ın anne rolü var ya, işte ondan istiyorum. (oh be siparişi verdim rahatladım:))
Oğlanlar "özledim" dememe gerek kalmadan gönülden gelsinler bana, sahte bir saygı değil, içten bir saygı olsun aramızda, sevgililerinin dedikodularını yapalım, hatta bazen konsere gidelim keyifle, sevdikleri yemekler olsun, beraber girelim mutfağa bazen, ortak sevdiğimiz müzikleri dinleyelim, yeni albümleri, filmleri tartışalım, işlerini anlatsınlar, tartışalım da zaman zaman...bildiğiniz hayat işte, ama kaprisi, nazı alınmış, dürüstlük önde....
Önümde uzun yıllar üzerinde çok çalışmam gereken bir ödev listesi var ve ben neyse ki bu durumun farkındayım:)

Annemi çok sevdiğimi yazmış mıydım?

Not: Anneme bu yazıyı önizleme olarak gösterdiğimde bana "ablan da görecek mi bu yazıyı" diye sordu, "evet" dedim, peki "İngiltere`deki ablan?", "evet" dedim, "aslında tüm dünya!" Şaşkın gözlerle baktı bana:) Ne hatırladım dersiniz, "Peki, Zeki Müren de bizi görecek mi?":)))))