30 Mart 2017 Perşembe

Ribe, Danimarka

Danimarka`ya üç kez gittim, az biraz dolaştım sayılır. Fark ettim ki şimdiye kadar sadece Billund`daki Legoland`dan bahsedip, bu yıl dünya mutluluk sıralamasında birinciliği Norveç`e kaptıran bu şahane ülkeye çok ayıp etmişim. Hizmet ayağınıza geldi, bol fotoğraflı Danimarka notları başlıyor.



Nereye gidersem gideyim büyük şehirler ya da başkentler kasabaların, köylerin kulağıma fısıldadıkları kadar öğretmez bana. İmkan varsa yoldan geçenle sohbet edersin, kaldığın küçük otelde ya da evde hikayeler dinlersin, günlük hayatın işleyişine tanık olursun, kendini birazcık 'yerel' bile hissedersin.
Danimarka sanatla yoğrulmuş bir ülke. Bunu sadece sanat müzesi ve galeri sayısında bakıp söylemiyorum. Küçük kasabalarda bile falanca heykeltraşın eserine rastlar, kafelerin, restoranların duvarlarında asılı ve oranın yerel sanatçılarına ait tabloların aynı zamanda satılık olduğunu öğrenirsin. Yukarıdaki fotoğraf kaldığımız küçük otelden. Bizim büyük sıpa oteldeki tablolar hakkında türlü türlü yorumda bulundu, küçük olan tabloyu giderken almaya karar verdiğimizde de sanata bakışını yediğim velet söylemediğini bırakmadı bize. O yaparmış zaten aynısından, çok gereksiz buldu:)


Şöyle güzel bir ağustos gününde kaldığımız küçük oteli geride bırakıp muhtemelen adını hiç duymadığınız Ribe`ye doğru yola çıktık. Ribe, 8 bin civarında nüfusu olan Danimarka`nın en eski ve en iyi korunmuş şehri ünvanına sahip.


Ribe bu haklı ünvanından dolayı bölgeye gelen çok sayıda insan için uğrak yeri. Ancak tarihinden, doğallığından, sokaklarından asla ödün vermemiş, turistik olduğu kadar hiç bozulmamış dokusuyla örnek alınası bir şehir. Bizdeki turizm anlayışını düşünürsen içi cız edilesi bir durum tabii.


Ribe`nin tüm sokakları aşağı yukarı böyle.  Bu küçük şehri nasıl sevdiysek artık banka vitrinlerinde satılık ev ilanlarına bakıyorduk bir ara:)



Bu görüntü Ribe`deki Danimarka`nın en eski Dom kilisesinin kulesinden çekildi. Alışkın olduğumuz gibi yalın ve abartıdan uzak olan kilisenin tarihi 13.yy`a kadar uzanıyor. http://www.ribe-domkirke.dk/velkommen Danimarka, tarihine önem verdiği kadar günümüz nimetlerinden de geri kalmıyor hiç. Kilise girişinde veya pekçok alanda QR kodu ile karşılaşıyorsun, ücretsiz Wi-Fi bağlantısı da yine birçok yerde karşımıza çıkıyor.




Bir de bit pazarına denk geldim ki, tadından yenmez! Üstelik Danimarka için çok uygun fiyatlara. Malum taşıma durumundan dolayı genel olarak zaten alışveriş yapan biri değilim ama bit pazarı gezmek her zaman çok ilginç benim için, açıkhava müzesi gibi. Turistik dükkanlardan ziyade ilk tercihim bit pazarları, ikincisi yerel ürünler.


Ribe`de gezerken denk geldiğimiz bir dondurmacı, daha doğrusu soft ice dükkanı görünce öyle geçip gitmek olmazdı yanından. Kuzeyli ülkelerde soft ice ve jelibon tarzı şekerler genelde çok tüketiliyor. Ama soft ice konusunda bu kadar çeşit görmedim daha önce. Dondurma fiyatları bir fikir verdi mi bilmiyorum, hemen söyleyeyim: Danimarka pahalı bir ülke. Aslında bizim paramızla birçok ülke pahalı zaten diyebilirsiniz. Ancak İskandinav ülkeleri deyince burda pahalı olma hali başka bir ifadeye bürünüyor. Örneğin şöyle: "Valla biz bir kahveye o kadar para verince baristadan ekmek isteyip fincanın dibine de ekmek mi bansak acaba diye bile düşündük, ziyan olmasın……" Bu cümle çok sevdiğim Oitheblog sahibi hatunların Kopenhag`tan sonra yazdıklarından alıntı. İlgili yazının tamamını buraya bırakıyorum, okuyun, takip edin, hiç pişman olmazsınız: http://oitheblog.com/2017/02/10/kopenhag-gezi-rehberi/



Bu 'kıskanç Avrupa' ülkesinde sanat galerileri, dükkanları her köşebaşında cirit atıyor. Betonu da keşfetmemişler, halbuki bu küçük şehre kaç rezidans yapılır, kaç Ağaoğlu çıkardı kim bilir! Her yerde bisiklet yolu, rüzgar jeneratörleri, ormanlar falan, gereksiz işler bunlar. Neyse, bizden öğrenecekleri çok şey var, iyi ki biz varız. 
Ribe`yi bitirmeden önce "tamam anladık, çok eski, çok güzel de başka ne yapılır ki orada?" diyenler için de ilgili link bu: http://www.visitribe.com/ln-int/south-jutland/ribe-oldest-town-denmark



Ribe`den ayrılıp 12 bin civarı nüfusu olan Langeland adasına doğru çıktığımız yoldan manzaralar. Nereye gittiğimiz belli olsun diye ufak bir harita bırakıyorum. Billund ve Ribe`den sonra Langeland, daha sonra ise Roskilde ve Kopenhag olarak devam edecek. 







Yol üzerinde köylerden geçerken evlerin önünde bu tarz yazılara rastlamak çok normal, sıradan hatta. Mevsimine göre ne üretiyorlarsa evlerinin önüne masa çıkarıp bırakıyorlar. Yoldan geçen almak isterse kendisi tartıyor, parasını kumbaraya atıp gidiyor. Mesela bu yukarıdaki arkadaştan taze patates almak mümkün."D" harfini unutmuş ama olsun, affediyoruz kendisini:)


Bir diğeri çoğalttığı sebze, meyve ya da çiçek fidelerini satıyor. Kimsecikler yok, ihtiyacın olanı alıp parasını kumbaraya atıp gidiyorsun. Bu denli bir güven meselesi alışkın olmayan bünyede dengeyi bozar, kafa kurcalar, kültürel derinliklerde kaybolup gün yüzü görülmez yahu!


Daha önce konaklama konusunda airbnb kullandığımızdan bahsetmiştim. (Nedir bu airbnb? → https://www.airbnb.com.tr) Bu ev ise şirinliğiyle şimdiye kadar kaldığımız en unutulmaz airbnb eviydi! Roskilde`ye ulaşmadan bir yerde daha kalırız düşüncesiyle daha gitmeden bu evi ayarlamıştık. Küçük bir kasabanın, bi`tık daha dışında, sadece üç evin bulunduğu bir bölge. (üzerinden epey zaman geçtiğinden tam olarak neresi olduğunu hatırlamıyorum, çok merak eden varsa tatil notlarından araştırır bulurum.) Ev sahibi bir konser için Kopenhag`a gitmiş, anahtarı yan evde oturan diğer kiracıya bırakmış. Tüm aile bayıldı eve, en çok da Peer Ole "oley, hayatımın evi, yeşillik içinde, harika bir yer" deyip durdu. Tabii bunu söylediğinde gündüzdü. Akşam olduğunda karanlık ve sessizlik çöktü ortalığa. Komşu yalnız yaşıyordu ve muhtelemelen uyumuştu çoktan. Arada sadece ormandan gelen doğal sesler. Evde internet falan yok, bir şeyler içip öylece oturuyoruz. Peer Ole bir ara tuvalete gitmek istedi ama tuvalet evin kullanmadığımız boş odasının olduğu arka tarafında, bulunduğu koridorun sonunda da merdiven var ama orayı da kullanmıyoruz. Dışarıdan ağaçların hışırtısı duyuluyor, zifiri karanlık. Her şey fazla gerilim filmi kıvamında. Bizim velet tırstı tabii, yanında tuvalete gidecek birini aradı bir süre:) Böylece bir rüya ev projesi başlamadan bitti:)



Nordik severiz. Vakit olsaydı da bu mutfakta ekmek yoğursaydım! Yine de kahvaltılarımızı bu masada yaptık, hatta bir gün çocuklar göl kenarında balık tuttular da balık bile yedik bir akşam. Tatilde de mutfağa girmekten zevk alan bir türüm.



Tamamen özgür gezmenin en güzel yanlarından biri de ilgini çeken bir tabela görünce bunu değerlendirebiliyor olmak. Park mı var, hadi gidelim. Sana parkta bir de sanat projesi eşlik ediyor. Yürürken bile rahat yok, bak burası hakkında ne demişler: "It opens your eyes to both nature and art. Sometimes you can be completely bewildered; what is natural – what is man-made?" Tranekær Slotspark  


Ağaçtır, yeşilliktir deyip bakıp geçme, gezerken aynı zamanda öğren diye abiler zahmet edip ormana bile koymuş QR kodunu. Hizmetse hizmet.


Çiftlik görünce dayanamayangiller olarak bulduk yine bir çiftlik. Dışarıdaki keçilerden başka kimse yoktu, daldık içeri. Oyyy, bu nasıl bir dünya! Belli ki okullardan falan çocuklar gelip kullanıyor burayı. Cebime sokup götüresim geldi bizimkilerin okuluna.


Gençler el değirmenleri ile çeşitli tahıllar öğüttüler, hatta yanımıza aldık giderken. Her şey çocuklar için düzenlenmiş, gerçekten nefis bir yer.



Çiftliğin bulunduğu yerden biraz ilerde büyük bir arazi içinde dolaşmaya devam ettik. Şu arkadaki bina zamanında tüm çiftliğin sahibi olan aileye ait. Ellen Fuglede, doğa koruma derneğiyle birlikte yakın çalıştığından, 1979`da ölümünden sonra da vasiyeti gereği tamamı derneğe kalmış. Şimdilerde müze olan bu büyük evde ailenin anıları, dönem eşyaları sergileniyor. Üst katlar yine sanat galerisi olarak kullanılıyor. http://www.skovsgaard.dn.dk


Roskilde`yi de biraz anlatmadan bırakmam sizi. Bekleyin...

23 yorum:

  1. ne kadar hoş yerler teşekkürler paylaşım için :)

    YanıtlaSil
  2. Off nasıl güzel bir yazı Semi. Çoktandır tatilim geldi zaten. Şehir hayatının dışında kırsala gidesim var. Normandiya tatilini planladık. Haziran başında yola çıkacağız. Tatili planlarken aklıma yol hali içindeyken Kuzey'la daha fazla yakınlaştığımız geldi. Şehirdeyken internetti, şehrin karmaşasıydı derken hiçbir şeyin farkına varamıyoruz. Ama sırtımızda çantalarla yürüdüğümüz, tırmandığımız, aktivite içinde olduğumuz tatiller en güzelleri. Bir de aklımızda İzlanda var. Bakalım bu yaz için onu da ayarlayabilecek miyim? Yeşilliklerle büyüledin çünkü beni. Ah benim şu karışık aklım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Normandiya tatilini ben bile bekliyorum merakla:)
      Şehir tatillerinin de bir tadı var ama çok farklı. Şehre çok uzun süre katlanamıyorum. Yürüyüş yapayım, köyleri gezeyim, biraz macera olsun en güzeli gerçekten.
      İzlanda ile ilgili sana mesaj attım zaten. Başka sorun olursa seve seve:)

      Sil
  3. Çok keyifli bir yazı olmuş. Bu kadar güzel yerlere sahip olmalarına rağmen geri kalmış olmalarına üzüldüm:) Oitheblog benim de severek takip ettiğim bir blog. Selamlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler. Gezip gördükçe içim sızlıyor ne yalan söyleyeyim. Bizim çok güzel yerlerimiz var da ah işte keşke diyoruz hep...
      Oitheblog dilini çok seviyorum, istanbul`da tanıştım onlarla birkaç sene önce. Aynen yazdıkları gibi ikisi de:)
      Sevgiler...

      Sil
  4. Şahanesin Semi... Hiç bilmediğim bir kültürü şimdi seninle gezerken öğrenmek inanılmaz keyifliydi...
    "Kayfeye ekmek bandırmak" inanılmaz yaratıcı, sevdim o gezgin hatunları da :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aman efenim rica ederim:)
      Hatunları takip et, kendilerine has dilleri çok hoş:)

      Sil
  5. Emeğine sağlık.
    Hem anlatımın hem de fotoğraflar için kocaman teşekkürler:)
    Keyifle okudum. Vallahi bir ara tekrar okuyacağım.
    Çokça sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler canım ya. Her zaman beklerim, dilim döndüğünce anlatıyorum:)
      Öpüyorum çok...

      Sil
  6. Semi, ben bu bit pazarlarına bayılıyorum. Tüm yaşanmışlık orada. Bilirsin Almanya'da da çok yaygındır hatta sosyalleşme aracı olarak da kullanılır. Bizde ise evdekileri götüreyim bit pazarında satayım işe yarasın desen ev ahalisi utanır. Bunda utanılacak ne varsa! Çöpe atmak asıl utanç duyulması gereken şey değil midir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bit pazarları ilk uğrak yerim cidden. Bizde utanırlar dediğin doğru. Orda ise gayet normal, kullanmadığını satar, başka bir ihtiyacını karşılar. Çocuklar bile görüyorum, evdeki oyuncaklarını çıkarıp satan. Çocuklar da öğreniyor böyle işte.
      Bolat, esas böyle şeyleri örnek almamız lazım.

      Sil
    2. Çok doğru arkadaşım ama Nato Kafa Nato Mermer!

      Sil
  7. Nasıl güzel bir insansınız:) Buralardayım.. Kronik bir sorun olmasa da yurdum halleri ve üzerimizde dolaşan kara bulutlar çoğumuzda keyif bırakmadı maalesef :( O sebeple de zihni sinir procesi şahsına münhasır paylaşımlar yapamıyorum. Bulutlar dağılsın yola devam :) Sevgi ve saygılarımla :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunu duyduğuma sevindim:) O bulutlar hep üzerimizde, bir şekilde devam etmeye çalışıyoruz yoksa deliririz toplu halde:) En kısa zamanda dönersiniz umarım:) Sevgiler...

      Sil
  8. Şu evlerin hastasıyım adamların mimarisi ne güzel.

    YanıtlaSil
  9. ya ne güzel di mii yaa temizler şirinler evler ben de düşünüyom gitmeyi saaol :)

    YanıtlaSil
  10. Gitmis kadar oldum. Ben seviyorum bu Danimarka yi kesin, Beni ne cekiyor bilmiyorum ama cok hosuma gidiyor. Biz de Billund gezimizde Esbjerg, Aarhus ve Vejers e ugramistik. Hepsi de ayri guzeldi... Huzur var huzur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben tüm kuzeyi seviyorum sanırım:) Beni en çok yeşil ve medeniyet çekiyor onu biliyorum. Huzur olduğu kesin:) Sevgiler...

      Sil
  11. Nasıl yeşilliğe hasret kalmışsam, üstten ikinci fotoğrafa bittim. Çok iyi korumuşlar insan kendini ta ortaçağda sanabilir, öyle bir havası var. Çocuk tuvalete gitmekte korkmakta haklı ben de korkardım.:)))çok teşekkürler Semi'ciğim. Ne iyi yapmışsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben böyle yerleri gezince bir kıskançlık çöküyor içime; neden bizim denizlerle çevrili, dört mevsim yaşanan, taşından toprağından tarih fışkıran güzel ülkemiz böyle değil diye! Nerde çokluk orda b. meselesi mi? Yoksa tüm devleti yiyen çakallar bizde mi toplanmış?!
      Neyse işte biliyorsun sıralamayayım hespini:) Sevgiler canım:)

      Sil