Daha önceden yazmaya başladığım ve dün tamamlayıp yayınlamayı düşündüğüm taslağı yanlışlıkla silmeseydim bugün buralar bu havuçlara kalmayacaktı. Bu nasıl bir şapşallık?! Aranızda silinen taslağı geri alma yöntemini bilen varsa yorumlarda yazarsa sevinirim.
Bazen bloğun eski postlarına dalıyorum (şaka maka blog 10 yaşında), gezdiğimiz yerler bir yana, çocuklarla o kadar çok şey yapmışız ki, iyi ki diyorum yazmışım ve paylaşmışım. Benim ve ailemizin hatıra defteri burası... Onlar büyüdü, kocaman delikanlı oldular. Peer Ole bu yıl üniversiteye hazırlanıyor, Kai Felix 9.sınıfta. Zaman öylece akıp gitti... Şimdilerde Peer Ole`yle en çok tavla oynayıp çay içmeyi, bazen de film izlemeyi seviyoruz. Kahve konusunda evimizin ustası oldu, yanına da bol muhabbet... Kai Felix`in lego sevdası hiç bitmedi, teknikten devam ediyor. Müzikle çok ilgili, trompet çalıyor ama asıl ilgisi elektronik müzik yapmak. Bazen başka bir gezegenden aramıza düşmüş gibi müzik veya oyun dilinden konuşuyor, ki hiç anlamıyorum. Gençlik! Yeri gelmişken çocukları küçük olanlara birkaç laf edeyim haddim olmayarak; her anın tadını çıkarın. Ev dağılmasın, misafir gelecek diye temizlik peşinde koşup abartmayın. Onlarla oyun oynayın, kesin yapıştırın, parmak boyası yapın, kitap okuyun, resimler boyayın, beraber kurabiye yapın, parka gidin, doğayı keşfedin.... Yeri doldurulmayacak anlar yakalayın, ilerde en çok bunları anacaksınız. Bir gün bir bakacaksınız çoktan büyümüşler ve kendinizi havuç dikerken bulacaksınız😚
dikiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dikiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 Mart 2020 Cuma
6 Aralık 2019 Cuma
Nihayet Döndüm
Sene sonu bu kadar yaklaşmışken bloğumu "2019`da terk edilen bloglar listesi"ne aday olmaktan çıkarmak için harika bir gün! Aylardır nerelerdeydin, ne yedin, ne içtin derseniz buna verilecek cevabım elbette çok ama içlerinden sadece bir tanesi gerçek: canım hiç istemedi, içimdeki dirence de engel olamadım. Sonuç: çok sevdiğim bloğumu yapayalnız bıraktım. "Haftaya kesin yazarım" olmadı bu ay kesin... diye diye, yığınla bahaneler öne sürüp o bir türlü başlanmayan pazartesi diyetlerine döndürdüm olayı. Bu durumdan dolayı kendimi ayrıca tebrik ediyorum. Şimdi bunca birikmiş konuyla ne yapsam; yaz tatilini mi anlatsam, gezdiğim onca güzel müzeyi mi, ailemle ve dostlarla geçirilen şahane zamanları mı... En iyisi sondan başlayayım, yani son dönemde beni en çok meşgul eden şeyden.
Bilenleriniz var zaten, dikiş benim yıllardır vazgeç(e)mediğim hobim. Her hobi gibi dikiş de insanı rahatlatır, mutluluk kaynağıdır, evdebiraz fazlaca kaos yaratır, ancak sonucu görünce insana gururla karışık 'dünyayı nasıl da kurtardım' hissi verir... Hele yaptıklarınız beğenilir ve karşılık bulursa sizden mutlusu olmaz. Çünkü elinizden çıkan her neyse bir bağ kurduğunuz gerçek, yani öyle al-sat durumundan çok farklı. Dolayısıyla bir klişe gibi duran #handmadewithlove etiketinde gerçeklik payı çok. Sevmeden, istemeden el emeği yapılmıyor. Seçtiğiniz malzemeden, hayalini kurduğunuz ürüne kadar geçen her aşamada emek ve mutluluk saklı. Bu sebeple hayattan maksimum keyif almanız için herhangi bir hobiden daha iyi bir tedavi düşünemiyorum.
Not: Dükkanı merak edenler için adresim: https://www.etsy.com/de/shop/Craftkuche
Bilenleriniz var zaten, dikiş benim yıllardır vazgeç(e)mediğim hobim. Her hobi gibi dikiş de insanı rahatlatır, mutluluk kaynağıdır, evde
Gördüğünüz fotoğraflar benim ETSY`deki küçük dükkanımdan. Malum aralık ayı, yılın bu en renkli ve ışıltılı döneminde üretmek artı bir keyif benim için. Size de ilham olur belki. Yapamam demeyin, birazcık dikişten anlıyorsanız hiç zor şeyler değil. Sevdiklerinize minik şeyler hediye etmenin tam zamanı değil mi zaten?
Not: Dükkanı merak edenler için adresim: https://www.etsy.com/de/shop/Craftkuche
28 Mayıs 2018 Pazartesi
Bir Bez Çanta Hikâyesi
Kâh Brezilya`dan bahsetmişim, kâh dikiş makinesinden seslenmişim! Mekân benim olunca her şey mümkün, her şey normal. Yani bence öyle. Elime böyle nefis bir kumaş geçmiş (ki aslında bir mutfak bezi) böyle kendi haline terkedemezdim onu. Aslında hikayemizin başı geçtiğimiz aralık ayına kadar gidiyor. Aşırı sosyal biri değilim, hatta ilişkilerimde seçiciyim ancak çok sevdiğim ve zaman zaman buluştuğumuz yıllardır süregelen ufak bir grubumuz var. Aralık ayında buluşursak yılbaşı bahanesiyle ufak tefek hediye alır, aramızda çekiliş yaparız. Çok özel olması gerekmiyor, gerçekten maksat muhabbet olsun diye. Geçtiğimiz aralık ayında benim şansıma ikili set halinde çok güzel mutfak/kurulama bezi çıktı. Tabii bana sorarsanız mutfak bezi falan değil onlar, harika kumaşlar! İlk görüşte aşk benimki, mutfakta kullanmak için çok yazık, ne münasebet yani ne mutfağı!
11 Mayıs 2017 Perşembe
Hexagon (Altıgen)
İtiraf edeyim bazı isimleri çok havalı buluyorum. Misal, hexagon! Ömrümün geri kalanını oturup hexagon kesip dikerek geçirebilirim:) Bak, altıgen desem aynı etkiyi yapmıyor bünyemde. Neyse işte evde hexagon yapıp tüm mahalleyi kaplayacak kadar kumaş artığım olduğundan bir süredir ara verdiğim patchwork çalışmasına bu havalı isimle geri döndüm. Aman efendim ne hexagonlar, ne hexagonlar! (sallıyorum tabii, bende o sabrı ara ki bulasın)
3 Mart 2017 Cuma
Çoraptan Yılan Nasıl Olur?
"Bir yılan diktim, yanağını dayar uyursun" desem yeridir. Kabul, Sönmezsoy`un pastaları gibi şahane değil ama bir gideri var bizim yılanın da. Ha bi` de cidden komple sarılıp uyuyan biri de var evde.
24 Ekim 2016 Pazartesi
Pratik bir Şal Dikelim mi?
Süslü püslü biri hiç değilim ancak konu şal ise hayır demem. Pek severim, sık sık da kullanırım. Şal sevdiğimi bilen dostlar sayesinde de irili ufaklı epey şalım oldu. Mevsimine göre takar takıştırırım anlayacağınız. Sizde durum nasıl? Sever misiniz?
21 Eylül 2016 Çarşamba
Yaz Özeti, Kahve Çuvalı... Hayat!
Okul zilinin sesini duyduğumuza göre sahalara dönme vakti gelmiş demektir. Arada çabalamadım değil, halihazırda bekleyen, taslak olarak kaydedilmiş elimin altında birkaç post vardı hep. "Yayınla" demeden önce bir kez daha okuyunca ya beğenmedim ya da şurasını değiştireyim deyip bir daha dokunmamak üzere beklemeye aldım. Sanırsın yazdıklarımla dünyayı kurtarıyorum, altı üstü 3-5 kişi kaldık blog okuyan, yayınla gitsin:)
Temmuz ayındaki 5 günümüzü yıllarca düşünsem aklıma belki de hiç gelmeyecek bir yerde geçirdik: Tallinn! Buraları okuyan bilir, biz ailece sıcak seven, 'beach'lerde güneşlenen tipler değiliz. Bana kalsa güneşe hiç çıkmam o derece yani. Yıllar geçtikçe (yazar burda yaşlandıkça demek istiyor) güneşe olan hassasiyetim arttı, lekelenmelerim çoğaldı. Bu konuyu uzun uzun anlatmayı çok isterim ama çok sıkılırsın biliyorum. Tüm bu hepsini saymadığım sebeplerden ötürü yaz aylarında kuzey bize iyi geliyor. Tatillerimizi de genelde kış döneminden planlarız, hem belirsizlikten kurtulmak için hem de daha uygun fiyatlara tatil yapabilmek için. Bu defa Peer Ole`nin CISV kampına Costa Rica`ya gidecek olması ve bunun da neredeyse bayrama denk gelmesinden dolayı o haftayı boş bırakıp, sonradan da "biz de kaçalım ya birkaç gün" dediğimizde geç kalmıştık haliyle. İlk aklıma gelen yer Çamlıhemşin oldu ancak bayramda aklına burası gelen tek uyanık ben olmadığımdan yer bulmak ne mümkün! Daha önce gittiğimiz yerleri de eleyince ülke dışından alternatiflere kaydık, uçuş, bilet vs. bakınırken tesadüfen Tallinn`i gördüm. "Orası tam olarak nerde yaaa" diye başladığım kısa çaplı araştırma 1-2 tık ve birkaç fotoğraftan sonra karar verildi: evet Tallinn`e gidiyoruz ahali!
28 Nisan 2016 Perşembe
Kot Yastık
Geçenlerde çocuklarla konuşurken konu 80`li yıllarda giyim kuşama gelince o yılların efsane kot modeli Levi`s 501`den bahsettim. Hatırlar mısınız, bir Levi`s 501 sahibi olmak o dönemde ne demekti? Hele tanıdık biri Amerika`dan getirmişse! Muhabbetlerin konusuydu; vücut yapına uygun mu, dar mı, sıkar mı, şişman mı gösterir hiç önemli değil, yeter ki Levi`s 501 olsun gibi bir durum hakimdi.
Nasıl başarılı bir pazarlama stratejisi ki, ülkemizde kota adını veren Muhteşem Kot adlı girişimci bir Levi`s 501 kadar nam salmamış. https://tr.wikipedia.org/wiki/Kot
4 Nisan 2016 Pazartesi
Bahar Havası
Bizim evde mevsimin değiştiğini anca küçük şeylere bakarak anlarız. "Bahar temizliği" adı altında dolaplardaki yazlık-kışlık düzenlemesi dışında pek de büyük bir hedefim olmaz. Eskiden annemler halıları değiştirir, 'dip bucak' bir temizlikten sonra eşyaların yerleriyle de oynarlardı. Artık böyle temizlik yapan var mı bilmiyorum. Bende ise işler masanın üstündeki örtüyü değiştireyim, biraz bahçeye bakayım, süs püs işleriyle ilgileneyim kıvamında devam eder. Konumuz gereği misal; kışın kozalaklı, mantarlı duvar süsü, yazın balıklı midyeli bir hale gelir.
31 Ocak 2015 Cumartesi
Çıkarın Dantellerinizi!
"Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı" der büyükler. Yani eski, modası geçmiş şeylerin pek itibarı yoktur demek isterler. Her ne kadar eski usul kullanmasam da dantelleri elbette bunun dışında tutarım, ki annemden, çocukluğumdan kullanılmış danteller benim için daha da değerlidir. Konuyla ilgili uzun uzun yazmışlığım varken ve nedense blogun en popüler postu iken bilmem kaçıncı baskı yapmayayım: http://www.mutlueller.com/2013/02/metamorfoz-danteller.html
Evdeki dantel popülasyonunda pek azalma yok, bilakis topluyorum da sanki. Kaçıncı kez gittiğimi hatırlamadığım Behramkale`de teyzenin birinden satın aldığım danteller oldu mesela. El emeği yapan herkese olan saygımdan gittiğim yerlerde özellikle aranıyorum. Dantelden anladığımdan değil, göz zevkime göre seçip aldığım bu dantelleri sertleştirip bardak altlığı mı yapsam derken üzerinden bir sene çoktan geçti.
Evdeki dantel popülasyonunda pek azalma yok, bilakis topluyorum da sanki. Kaçıncı kez gittiğimi hatırlamadığım Behramkale`de teyzenin birinden satın aldığım danteller oldu mesela. El emeği yapan herkese olan saygımdan gittiğim yerlerde özellikle aranıyorum. Dantelden anladığımdan değil, göz zevkime göre seçip aldığım bu dantelleri sertleştirip bardak altlığı mı yapsam derken üzerinden bir sene çoktan geçti.
3 Aralık 2013 Salı
Kart Dediğin Bazen Dikilir
Bu aralar 'fuzuli işler başkanlığı'na soyundum. Yılın sonu geldi malum; belki de bunun saçma sevinci mi desem (ne oluyorsa?!), evdeki kırpık kırpık şeyleri değerlendirme düşüncesi mi, birilerinin yüzünde ufak bir tebessüm olsun çabası mı, belki de hepsi ve her şey neden aslında...
28 Mayıs 2013 Salı
İzlanda Yolcusuna pİST. Önlük
Kafam 'bi dünya'.
İlk ve en önemli dersim İzlanda. Birkaç aydır indir kaldır İzlanda okuyorum, İzlanda konuşuyorum. Peer Ole okullar kapanınca 1 aylık bir süre için İzlanda yolcusu. Geçen yaz Norveçli ve Amerikalı çocukları ağarladığım CISV kampı ile gidiyor. (bkz. Planlandığı Gibi Devam)
Bana ne oluyorsa! 319.575 nüfuslu adayı ezberledim nerdeyse. Bir dostun dediği gibi "dikkat et, ekmek alırken Björk`le karşılaşırsın!" gibi bir ada:)
İlk ve en önemli dersim İzlanda. Birkaç aydır indir kaldır İzlanda okuyorum, İzlanda konuşuyorum. Peer Ole okullar kapanınca 1 aylık bir süre için İzlanda yolcusu. Geçen yaz Norveçli ve Amerikalı çocukları ağarladığım CISV kampı ile gidiyor. (bkz. Planlandığı Gibi Devam)
Bana ne oluyorsa! 319.575 nüfuslu adayı ezberledim nerdeyse. Bir dostun dediği gibi "dikkat et, ekmek alırken Björk`le karşılaşırsın!" gibi bir ada:)
19 Nisan 2013 Cuma
Balık Tutup(!), Bir de Üstüne Girit Usulü Portakal Marmeladı Yaptım!
Bazen esiyorlar bana, kaşınıyorum herkes gibi işte:)
Kimi zaman aklımda uçuşan onca fikir konacak yer bulamazken, bazen de fikir akla düştüğü gibi yerini önceden hazırlamış edasıyla pek zahmetsiz gelir yerleşir.
Beni yormayan insanları sevdiğim gibi, beni yormayan işleri de ayrı bir kucaklarım.
Bu da böyle bir "proce".
Evde balık tutmaya meraklı bir nüfus var. O sebeple malzeme bol. Kırpık kumaşlar her zaman devrede. Çok da anlatacak bir şey yok sanırım:)
Beni çok şaşırtan blog sıralaması diye sıralayacak olsam Özlemaki başı çeker. Her tür ot yemekleri, adını sanını duymadığım yemekler tamam da geçen gün ağaç yedi, Akasya Tava yaptı ve benim açımdan noktayı koydu! (bkz. Özlemaki)
Kendisi Giritli (ve İzmirli) olunca bana verdiği tarif de Girit usulü oldu. Ve nefis oldu!!!
Şöyle: Portakalların kabuklarını traşladım. Beyaz kısımlarını almamaya çalıştım. Kabukları 10 dk. kaynattım, suyu değiştirip bir 10 dk. daha kaynattım. Sonra soğuk suda beklemeye aldım. (bu arada 1 portakal kabuğu kaynatmak için yeterli)
Portakalların kendisini gene beyaz kısımlarını almadan birkaç parçaya bölüp tencereye aldım ve kaynattım. (15 dk.kadar) Rondodan geçirdim. Ezdiğim portakal kaç bardak olduysa o kadar bardak da şeker ekleyip tekrar 15 dk.daha kaynattım. Bu arada soğuk suda bekleyen kabukları da içine kattım. Yarım limon suyu ekledim. Kavanozlara doldurup kapattım.
Hımmmm....iştah açıcı bir koku yayıldı eve. Marmelat, evin çok bilen kişisi Peer Ole`den tam notu kaptı. Peer Ole deyip geçmeyelim, kendisi benim ve mutfağımın en acımasız eleştirmenidir. Sütlacın kıvamı mı olmamış, Profiterol`ün çikolata sosu her zamanki gibi değil mi, et biraz sert mi yoksa, böreğin malzemesi mi az, omlet sünger gibi olmasın sakın...gibi gibi gibi. Yani ondan geçer not almak 'Michelin Yıldız' almak gibidir benim için:)
Özlemaki, kıvırdım mı olayı?
Kimi zaman aklımda uçuşan onca fikir konacak yer bulamazken, bazen de fikir akla düştüğü gibi yerini önceden hazırlamış edasıyla pek zahmetsiz gelir yerleşir.
Beni yormayan insanları sevdiğim gibi, beni yormayan işleri de ayrı bir kucaklarım.
Bu da böyle bir "proce".
Evde balık tutmaya meraklı bir nüfus var. O sebeple malzeme bol. Kırpık kumaşlar her zaman devrede. Çok da anlatacak bir şey yok sanırım:)
Beni çok şaşırtan blog sıralaması diye sıralayacak olsam Özlemaki başı çeker. Her tür ot yemekleri, adını sanını duymadığım yemekler tamam da geçen gün ağaç yedi, Akasya Tava yaptı ve benim açımdan noktayı koydu! (bkz. Özlemaki)
Kendisi Giritli (ve İzmirli) olunca bana verdiği tarif de Girit usulü oldu. Ve nefis oldu!!!
Şöyle: Portakalların kabuklarını traşladım. Beyaz kısımlarını almamaya çalıştım. Kabukları 10 dk. kaynattım, suyu değiştirip bir 10 dk. daha kaynattım. Sonra soğuk suda beklemeye aldım. (bu arada 1 portakal kabuğu kaynatmak için yeterli)
Portakalların kendisini gene beyaz kısımlarını almadan birkaç parçaya bölüp tencereye aldım ve kaynattım. (15 dk.kadar) Rondodan geçirdim. Ezdiğim portakal kaç bardak olduysa o kadar bardak da şeker ekleyip tekrar 15 dk.daha kaynattım. Bu arada soğuk suda bekleyen kabukları da içine kattım. Yarım limon suyu ekledim. Kavanozlara doldurup kapattım.
Hımmmm....iştah açıcı bir koku yayıldı eve. Marmelat, evin çok bilen kişisi Peer Ole`den tam notu kaptı. Peer Ole deyip geçmeyelim, kendisi benim ve mutfağımın en acımasız eleştirmenidir. Sütlacın kıvamı mı olmamış, Profiterol`ün çikolata sosu her zamanki gibi değil mi, et biraz sert mi yoksa, böreğin malzemesi mi az, omlet sünger gibi olmasın sakın...gibi gibi gibi. Yani ondan geçer not almak 'Michelin Yıldız' almak gibidir benim için:)
Özlemaki, kıvırdım mı olayı?
3 Nisan 2013 Çarşamba
Basit İşler, Yeşil İşler
Benim sevme nedenlerim belli:
- Sabırsızım.
- Çok uğraştığım işler genelde hayal kırıklığı yaratır. Ya da şöyle, çok didiklersem sonuç hüsran olur.
- Basit işler bazen etkili sonuçlar çıkarır, bunu görmezden gelemem.
- Kabiliyetim basit işler üzerinedir, geri kalanlar bahanedir!
Yeni bir eve taşındığımda ev ev olmaya ne zaman başlıyor biliyor musunuz? Sağa sola sehpa üstüne, cam kenarlarına, hatta banyoya, boş bulduğum yerlere bitkiler, kaktüsler vs. yerleştirdiğim zaman evin tüm havası değişiyor, bir anlam kazanmaya başlıyor.
Çözüm olarak ne yapabileceğimiz keşke çok basit olsaydı. Elimizden gelen sınırlı ve devede kulak aslında. "Az tüketmek" slogan olmalı. Poşet belasından tam olarak kurtulmak tabii ki zor. Bazı marketler doğada çözünen poşet kullanıyor, bazı mağazalar da. Bu konuda yıllardır duyarlı olan Migros var mesela, Metro`da da poşetler ücretli ya da TEMA`nın bez çantalarını alıyorsunuz. D&R, Tchibo, Watsons, LC Waikiki, C&A gibi aklıma ilk gelen bu mağazalar da doğada çözünen poşet kullanıyor. Yazıldığına göre "Bu ürün doğaya bırakıldığı zaman 12-24 ay içersinde bozulacak toprağa gömülmesi halinde mikroorganizmaların, nemin ve oksijenin bulunduğu ortamda ASTM D 6954-04 standardında belirtildiği gibi biyolojik olarak kırılıp doğada bulunan basit materyallere dönüşecektir." Koroplast firmasının doğada çözünür çöp torbaları da mevcut.
Benim tüketme kalemlerim arasında sanırım kıyafet en son geliyor. İhtiyaç ötesine zor geçer, moda takibi bizim eve uğramaz, bulunsa da mutlaka tesadüftür, moda olsun diye alınmamıştır. Kai Felix, mümkün olduğunca Peer Ole`nin eski kıyafetlerini giyer, tıpkı bizim çocukluğumuz gibi. Giymediğimiz kıyafetler ihtiyaç sahiplerine gider, giyilmeyecek durumdakiler de farklı şekilde değerlendirilir. Okul Aile Birliği olarak okulda bununla ilgili farklı zamanlarda organizasyonlar yaparız, gerek kıyafet, gerek kitaplar bazı okullara ulaştırılır.
Sakın bunları anlatırken kendimi "kusursuz" hissettiğimi düşünmeyin. Keşke olsam, keşke herkes kendisini çevreye duyarlı olmakla yarıştırsa...
Birlikte öğreniyoruz, uygulamaya çalışıyoruz. Sizin de konuyla ilgili anlatmak istedikleriniz varsa mutlaka yazın. Çevreye duyarlı firmaları, yapılan güzel uygulamaları bilelim ve destekleyelim ki sayıları çoğalsın.
Yeşillikten çok anladığımdan değil, gözüme kestirdiğim bitkiyi de çoğaltmayı severim. Koyarım suya, kök salmaya başlayınca da ekerim. Bazen bir yere giderken hediye olur.
Bu yeşil sevdadan evdeki herkes de nasibini alır. Peer Ole birkaç sene önce doğum günü hediyesi olarak Bonsai istedi mesela:)
Hâlâ gözü gibi bakıyor, onu bile çoğalttık ama bitki olarak yani Bonsai yapmadık kendisini:)
Yıllar önce Bonsai ile ilgili bir sergiye gitmiştik. Müthiş örnekler vardı, bilmem kaç yıllık. Çam ağacından, nar ağacına kadar. Orada biraz anlatmışlardı nasıl yapıldığını ama gözüm hiç yemedi. O apayrı ve zor bir iş:)
Sanırım bu satırları okuyan herkes bizlerin günlük yaşamda ne kadar çok şey tükettiğimizin farkındadır. Sadece evden çıkardığımız çöpe bakmamız yeterli bunu anlamak için.
Çöpleri ayırmak tabii ki güzel ve desteklenmesi gereken bir çözüm. Ama kabul edelim ki bunun ülkemizde çok yaygın bir uygulama olmadığı da ortada. Ayırdık diyelim, bunca plastik poşet nereye gidiyor? Hepsi geri dönüştürülüyor mu ki? Ya diğerleri? Gerek insanların cahilliğinden, gerek rüzgar etkisiyle deniz kenarlarına, ormanlara, yol kenarlarına...Kısacası her yere. Bu doğaya, doğal yaşama yaptığımız eziyetin ufakcık bir kısmı. Geçen sene hatırlarsınız belki, bir yürüyüş sonrası yazmıştım. Kuşların bizlerin sağda solda bıraktığı çöplerle nasıl yuva kurduğunu gözlerimizle görmüştük. (bkz. Go Semi Go)
Çözüm olarak ne yapabileceğimiz keşke çok basit olsaydı. Elimizden gelen sınırlı ve devede kulak aslında. "Az tüketmek" slogan olmalı. Poşet belasından tam olarak kurtulmak tabii ki zor. Bazı marketler doğada çözünen poşet kullanıyor, bazı mağazalar da. Bu konuda yıllardır duyarlı olan Migros var mesela, Metro`da da poşetler ücretli ya da TEMA`nın bez çantalarını alıyorsunuz. D&R, Tchibo, Watsons, LC Waikiki, C&A gibi aklıma ilk gelen bu mağazalar da doğada çözünen poşet kullanıyor. Yazıldığına göre "Bu ürün doğaya bırakıldığı zaman 12-24 ay içersinde bozulacak toprağa gömülmesi halinde mikroorganizmaların, nemin ve oksijenin bulunduğu ortamda ASTM D 6954-04 standardında belirtildiği gibi biyolojik olarak kırılıp doğada bulunan basit materyallere dönüşecektir." Koroplast firmasının doğada çözünür çöp torbaları da mevcut.
Benim tüketme kalemlerim arasında sanırım kıyafet en son geliyor. İhtiyaç ötesine zor geçer, moda takibi bizim eve uğramaz, bulunsa da mutlaka tesadüftür, moda olsun diye alınmamıştır. Kai Felix, mümkün olduğunca Peer Ole`nin eski kıyafetlerini giyer, tıpkı bizim çocukluğumuz gibi. Giymediğimiz kıyafetler ihtiyaç sahiplerine gider, giyilmeyecek durumdakiler de farklı şekilde değerlendirilir. Okul Aile Birliği olarak okulda bununla ilgili farklı zamanlarda organizasyonlar yaparız, gerek kıyafet, gerek kitaplar bazı okullara ulaştırılır.
Sakın bunları anlatırken kendimi "kusursuz" hissettiğimi düşünmeyin. Keşke olsam, keşke herkes kendisini çevreye duyarlı olmakla yarıştırsa...
Birlikte öğreniyoruz, uygulamaya çalışıyoruz. Sizin de konuyla ilgili anlatmak istedikleriniz varsa mutlaka yazın. Çevreye duyarlı firmaları, yapılan güzel uygulamaları bilelim ve destekleyelim ki sayıları çoğalsın.
1 Mart 2013 Cuma
Projenin Kurtarıcı Olanı Makbuldür!
Kimi zaman sorulmaz hiç insana; bir şey yapmak ister misin, enerjin yeter mi ya da ne yapmak istersin diye. Beklentim büyük, farkındayım. Sustum:) Kâhya, keyfimi de alıp gitmiştir çoktan. Daha doğru bir ifadeyle kâhya rolünü başkaları üstlenmiştir, ki benim çok başıma buyruk kişiliğimde bunu yapabilen daha ziyade çocuklar olur. "Hadi hadi hadi" baskıları tavan yapar, kaçacak delik ararım -ki bulduğum görülmez. Evdeki uğultunun katlanarak çoğalması ise teslim olma vaktinin geldiğinin habercisidir.
Son dönemde evdeki veletlerin kapışma seansları sıklaştı ve uzadı. Hani kadınların özel günleri gibi, bu vatandaşların da böyle günleri var ve diken üzerinde bırakırlar insanı. Neyse ki "yesinler birbirlerini, aman karışma" diyen bir yapım var, beni bir süre kurtarıyor.18 Ocak 2013 Cuma
Hırkalar Geri Döndü!
Biz bazen böyleyiz. Eser akıllıyız biraz. Bu sebeple evin her köşesi "sakla samanı" prensibini edinip sakladığımız onca şeyle dolu. Bir de üstüne çocukların ortalama dağıtma potansiyelini eklersek şöyle bir itiraf çıkıyor: Evet, biz dağınık bir aileyiz!
15 Kasım 2012 Perşembe
Büyümeyle Karışık Sancılı Satürn Günleri
Ben böyle planlar yaparken evdekiler ise kurguların pençesinde gidiyor:) İstem dışı olarak Roland Emmerich`in "2012" filmini kıyısından izlediklerinden beri hayatımızı 21 aralık tarihine ve çok bilmiş Mayalar`a odakladık:)
20 Haziran 2012 Çarşamba
Herkes Kendi Havasında!
Nasıl bir kendini bırakmışlık hali yaşıyorum bu hafta!
Evde ses yok, ne gündüz, ne akşam...
Yemek pişmiyor, mutfak dağınık.
Saatin kaç olduğu bana bir şey ifade etmiyor.
Saatin kaç olduğu bana bir şey ifade etmiyor.
Ayaklarımın altında dolanan Muddel kedi dışında benden mama bekleyen, ilgi isteyen de yok.
Geçen gün mesela bütün gün su böreği kemirdim:) Bünye gene de sağlammış, o yediğimle bir çıktım, sabah girdim eve:) Örnek anne modelini bir haftalığına yayından kaldırdım duyurulur.
Örnek anne ne yapmaz ki;
Gözünü, karga henüz kahvaltısını yapmadan çocukların tartışmasıyla açar da gene de 'normal' kalmayı başarır.
Bazen canı mutfağa girmek istemez de çocukların "anne acıktımmmm..." demelerine kayıtsız kalamaz.
Çocuk filmlerine gider, kendi kafasındaki filme değil.
Dışarıda yemek yemek ancak oyun alanı olan mekanlarda mümkündür mesela, ya da çocukların onayladığı yerlerde.
Evde geçirilen zaman boyunca fonda harika çocuk müzikleri eşlik eder ya da çok özenerek(!) seçilip tek bir şarkı takıntı haline gelir saatlerce çalar da, örnek anne ses etmez. Yeter ki müzik sevsinler:)
Çocuk doğum günleri en sık katıldığı partilerdir, hiçbir davete hayır deme şansı yoktur.
Örnek anne sigara içmez, içki içerse de abartmaz, gayet uyanık bir seviyede bırakmayı bilir:)
Çocukların yanında küfür etmez, trafikte edesi gelir de idare eder durumu. (bazen:))
Çocuklara "haydi oyuncakları toplayalım" diyebilmek adına, örnek anne eşyasını sağda solda bırakmaz.
.................................................
Çocuklara "haydi oyuncakları toplayalım" diyebilmek adına, örnek anne eşyasını sağda solda bırakmaz.
.................................................
Herkes kendine göre örnek olma yolunda neler yapıyordur kim bilir...
Buyrun uzatın listeyi, günde ne kadar kendiniz olabiliyorsunuz?
Ben anne dedim ama bu baba da olabilir pek tabii ki.
Ben anne dedim ama bu baba da olabilir pek tabii ki.
Yıllar önce henüz hamileyken mutlu çocuk yetiştirmekle ilgili kitaplar okuyordum. Bunun yolu belli ve net aslında: önce kendimizi mutlu etmemiz gerekiyor. Kendisini sürekli çocuk yüzünden engellenmiş/kısıtlanmış hisseden, hayatının tamamı çocuk olmuş biri ya eşini yer bitirir ya da çocuğu...
Okuduğum kitaplardan birinde aile modelleri üzerinde şöyle bir tespit vardı: Pasif ve agresif aile modelleri çocuk yetiştirme üzerinde asla etkili olmadığı, tam tersi sınırlarını koyabilen, kararlı ailelerin çocuklarının çok daha mutlu bireyler olduğunun tespiti üzerine duruyordu. Bahsedilen güçlü aile olabilmekti ve olmanın en önemli unsuru ise kendimizin mutlu ve sağlıklı olması şartıydı.
Yazması kolay tabii, formülü söyle derseniz, herkes kendisi bulmalı derim.
Naçizane tavsiyelerim var elbet kendime göre ve benim uyguladığım:)
Biraz kafayı dağıtmak, dostlarınızla buluşmak için birinin size gelip "haydi sen çık biraz, bunaldın" demesini beklemeyin. Kendiniz organize edin, elinizden ne geliyorsa. Kimseyi bulamazsanız bir akşam eşinizden rica edin mesela, siz de sinemaya gidin dostlarla veya kahve içmeye...Aynı şekilde karşılıklı tabii, siz de eşinize müsaade edin adam gitsin halı saha maçı yapsın:)
Çocukların yaşı büyüdükçe, kankaları da olacaktır mutlaka. Bırakın arada sırada bir gece pijama partisi yapsınlar, siz de kendinize/eşinize vakit ayırın.
Anneanneler, babaannelerden faydalanın biraz, tatillerde kısa da olsa orada kalabilsinler mesela. Onlar da mutlu olur çocuklarla birlikte:)
Elinizdeki imkanları fazla da abartmayın, çocuk "benden kurtulmak istiyorlar" gibi bir düşünceye kapılmasın:))
.................................................
Biraz olsun anlatmaya çalıştığımı herkes kendisine göre yaşamına yerleştirebilir. Tabii ki bebekli aileler için henüz erken, durum biraz daha kısıtlı...
Bu konuya nereden geldim de tüm bunları yazdım?
Böyle günler bana çok iyi geliyor, yani kendimi tamamen özgür hissettiğim günler, Semi olabildiğim günler:)
Bu hafta Peer Ole daha önce de bahsettiğim gibi Campwolftrack`te, Bolu`da. Kai Felix ise anneannesinin yazlığında. Hafta sonu annem ve komşuları ellerinde su bardakları ile, Kai Felix ise su tabancası ile bizi ıslatarak uğurladı:))
Annem mutlu; çünkü yalnız değil, torunuyla birlikte yeniden çocuk oluyor üstelik.
Kai Felix mutlu; çünkü ailesi dışında da sevildiği bir ortamda kalıyor, başka bir yaş grubunu tanıyor, onlara anlatacak çok şeyi var:)
Peer Ole mutlu; arkadaşları ile doğanın içinde, geçen yıldan bildiği, sevdiği ortamda hareketli bir tatil yapıyor:)
Beni söylemem gerek var mı? Yazıda saklı zaten:)
Amaaaaa, bir itiraf! İkisini de çok özledimmmmm! Bu sessizliğin uzunu beni bozar:)
Bu kadar dağılmışken oturup dikiş dikmeyeceğimi tahmin edersiniz...
Aşağıda gördüğünüz geçen haftadan, Derya`cım bu kumaşı gayet iyi hatırlar:)
Naçizane tavsiyelerim var elbet kendime göre ve benim uyguladığım:)
Biraz kafayı dağıtmak, dostlarınızla buluşmak için birinin size gelip "haydi sen çık biraz, bunaldın" demesini beklemeyin. Kendiniz organize edin, elinizden ne geliyorsa. Kimseyi bulamazsanız bir akşam eşinizden rica edin mesela, siz de sinemaya gidin dostlarla veya kahve içmeye...Aynı şekilde karşılıklı tabii, siz de eşinize müsaade edin adam gitsin halı saha maçı yapsın:)
Çocukların yaşı büyüdükçe, kankaları da olacaktır mutlaka. Bırakın arada sırada bir gece pijama partisi yapsınlar, siz de kendinize/eşinize vakit ayırın.
Anneanneler, babaannelerden faydalanın biraz, tatillerde kısa da olsa orada kalabilsinler mesela. Onlar da mutlu olur çocuklarla birlikte:)
Elinizdeki imkanları fazla da abartmayın, çocuk "benden kurtulmak istiyorlar" gibi bir düşünceye kapılmasın:))
.................................................
Biraz olsun anlatmaya çalıştığımı herkes kendisine göre yaşamına yerleştirebilir. Tabii ki bebekli aileler için henüz erken, durum biraz daha kısıtlı...
Bu konuya nereden geldim de tüm bunları yazdım?
Böyle günler bana çok iyi geliyor, yani kendimi tamamen özgür hissettiğim günler, Semi olabildiğim günler:)
Bu hafta Peer Ole daha önce de bahsettiğim gibi Campwolftrack`te, Bolu`da. Kai Felix ise anneannesinin yazlığında. Hafta sonu annem ve komşuları ellerinde su bardakları ile, Kai Felix ise su tabancası ile bizi ıslatarak uğurladı:))
Annem mutlu; çünkü yalnız değil, torunuyla birlikte yeniden çocuk oluyor üstelik.
Kai Felix mutlu; çünkü ailesi dışında da sevildiği bir ortamda kalıyor, başka bir yaş grubunu tanıyor, onlara anlatacak çok şeyi var:)
Peer Ole mutlu; arkadaşları ile doğanın içinde, geçen yıldan bildiği, sevdiği ortamda hareketli bir tatil yapıyor:)
Beni söylemem gerek var mı? Yazıda saklı zaten:)
Amaaaaa, bir itiraf! İkisini de çok özledimmmmm! Bu sessizliğin uzunu beni bozar:)
Bu kadar dağılmışken oturup dikiş dikmeyeceğimi tahmin edersiniz...
Aşağıda gördüğünüz geçen haftadan, Derya`cım bu kumaşı gayet iyi hatırlar:)
30 Nisan 2012 Pazartesi
Uyarmadı Demeyin!
Dikkat! Okumaya başlayacağınız yazı güncelliğini çoktan yitirmiş bayat konular içerir! Bazı bünyelere zararlıdır, sıkıntı yaratır, baş ağrısı yapar...
Bazen konular insanın üzerine üzerine gelir ya durum böyle aslında ve ben bundan hiç şikayetçi değilim. Yaşamanın, zevk almanın, hayata "merhaba" diyebilmenin belirtileri bunlar. Tek sıkıntı belki bunları aktarabilmekte, ki bazen anlattığım kadarıyla yazıya döküldüğünde tadı değişiyor, yavan kalıyor işte...
Geçtiğimiz hafta sonu 'tadımlık' kıvamda yoga yapmaya başladım ya da iki gün yoga yaptım diye düzeltebilirim bu durumu. Hayatta hiçbir şeyi düzenli kullanamayan ben, yogayı düzenli yapar mıyım diyen iç sesimi dinlerken, bir yandan da bazı pozlarda kendi hezimetimi unutup sevgili arkadaşlarımın yerde yuvarlanmalarına tanık oldum:))
Yoga deyince aklıma Cem Yılmaz ve onun Hindistan hikayesi geliyordu, artık üzerine bir de bizim yoga maceramız eklendi:)
Siz nerdesiniz ben nerde ama gene de 23 Nisan kutlamalarına değinmezsem olmaz. Birçok okul cumadan kutlama yaparken, çocukların okulu her zamanki gibi gününde kutladı.
Annesini hiç tanımayan Peer Ole, kutlamadan sıyrılmayı sadece planlamakla yetindi:)
Salon doluydu, insanlar coşkulu, çocuklar heyecanlı...
Ne dersiniz bilmiyorum ama yıldan yıla çok daha ağlak bir kıvamdayım;
a) Atatürk`ü özlemek midir? b) Bendeki yaşlılık belirtisi midir? c) 'ya bir gün kutlayamaz hale gelirsek' korkusu mudur? d) Pırıl pırıl çocukları görüp onları bu dünyaya nasıl hazırlıyoruz endişesinden midir?

Not: Bu kolajı basitçe yapmamı sağlayan Photovisi`yi sevgili Okuyan sayesinde keşfettim. Teşekkür ederim kendisine:)
Kutlamadan sonra hiç hazzetmediğim AVM`lerden birine gittik. Her şeyin "tüketim" üzerine kurulduğu, "paran kadar konuş" diye bağıran AVM`lere çocuklarla gitmeyi hele hiç sevmiyorum. (kim seviyor ki o da ayrı bir konu) Eğer mecbursam yalnız gittiğimde bile dağılmayayım diye kafamdaki listeyi tamamlar çıkarım. Bu kez amaç iki hoş hatunu yalnız bırakmamak ve minik elleri çalışırken görmekti. Hikayenin başına dönersek; bir süre önce Sevimli Tatlar benden bu aktivite için iki önlük istemişti. Onlar birbirinden lezzetli kurabiyeler, 'cupcake' ler, pastalar yapıyorlar. Bu kez çocuklar için çalıştılar, çok ilgi gördüler, etraflarından çocuklar eksik olmadı.
Veeee sevgili Asortik!
Çağımızın hastalığı "vakitsizlik" yüzünden aylardır erteleye erteleye mutlu sona ulaştık:)

Her zamankine yakın bir zorlukla bulduğum mekanda Nagehan`cığımla kâh kendimizden anlattık, kâh blog dedikoduları yaptık... Birbirinden yetenekli(!) servis elemanlarına fotoğraf için poz verelim derken zaman uçtu gitti...Blog sayesinde ete kemiğe bürünüp bir güzel insanla daha tanıştım, bloğundaki kadar samimi ve içten...
Gittiğim harika bir konser de bir sonraki post konusu olsun, bunu da buraya not düşmüş olayım:)
Sevgiyle kalın...
17 Nisan 2012 Salı
Menü: Van Gogh, Dali Köftesi, RHCP ve Mutlu Bir Önlük
Geçtiğimiz haftanın içine bir de İstanbul girince daha bir anlam kazandı.
Benim için İstanbul, konser demek, sergi demek ya da Atatürk Havalimanı:)
(Hey siz, İstanbul`da yaşayanlar biliyorum kafanızdan geçenleri:)
Bu kez İstanbul bahanem Antrepo 3`teki Van Gogh Alive Digital Sanat Sergisi`ydi. Oldukça etkileyiciydi, müzikleri ve yansıyan sözlerle o kadar tamamlanmış ki her şey, size kalan karanlıkta bir yer bulup nerede olduğunuzu unutmaktı.
Anaokulundan gelen çocukları da orada görebilmek çok sevindiriciydi. Anlayıp anlamama meselesi değil elbet, oturup Van Gogh dünyasını irdeleyecek değiller ya! Oturdukları yerden öylesine büyülenmiş bakıyorlardı ki kocaman tablolara, görmeliydiniz...
Bir önceki Dali sergisine benimkileri de götürmüştüm. Ellerinde uzun süre gezdirdikleri çocuklar için hazırlanmış Dali kitabıyla dönmüştük oradan. Şimdi belli başlı Dali eserlerini görseler tanıyorlar. Ne mutlu! Hatta bizim evde meşhur olan bir de Dali Köftesi var:))) Geçen yaz mangal yapmak üzere hazırlanmış köftelerin yağ oranı fazla gelip gözümüzün önünde ızgaranın aralıklarından eriyip akınca çocuklar adına Dali`nin eriyen saatlerini (Belleğin Azmi) hatırlayıp Dali Köftesi ismini taktılar:)) Ve o bizim evin en lezzetli köftesi ilan edildi!
Sergiye dönersek, o yansıyan sözlerin her biri beni alıp götürdü. Bir insan kendisinin bu kadar farkında olabilir miydi:
Giderken aklım orada kaldı. Fırsat yaratmalı, çocukları da mutlaka getirmeli diyen iç sesimle çıktım sergiden... Sergi sonrasıysa biraz Ortaköy, biraz Çukurcuma, sonrası 'köyümüze' dönüş:))
(sergi 15 mayısa kadar devam ediyor.)

Veeee...adamlar geliyor....RHCP!!! Yıllardır beklenen nihayet oldu, Red Hot Chili Peppers İstanbul`a geliyor!
Geçen yıl dedikodular yoğunlaştığından beri kendi sitelerindeki tur programının takipçisiyim. Eylül ayı programındaki Sofya, Atina ve Beyrut`tan sonraki sıraya İstanbul yerleşti!!!!
İlk aşama tamam, bilet elimde. Bu en kolayı:) Şimdi eylüle kadar tahtaya mı vurayım, dilimi mi ısırayım ki bir aksilik olmasın:)
Kulağımızda tadı kalsın, son albümleri I`am With You`dan en son çıkan videoyu da paylaşıp (Look Around) tarih-yer hatırlatması yapayım: Santralistanbul, 8 eylül...
'Gezenti Semi' olarak adım çıkmasın diye de diktiğim son önlüklerden birini de koyup kaçıyorum:)
Not: Fotoğraflar yanıltmasın, üzerine bir göbek ekleyin bakarken:))
Benim için İstanbul, konser demek, sergi demek ya da Atatürk Havalimanı:)
(Hey siz, İstanbul`da yaşayanlar biliyorum kafanızdan geçenleri:)
Bu kez İstanbul bahanem Antrepo 3`teki Van Gogh Alive Digital Sanat Sergisi`ydi. Oldukça etkileyiciydi, müzikleri ve yansıyan sözlerle o kadar tamamlanmış ki her şey, size kalan karanlıkta bir yer bulup nerede olduğunuzu unutmaktı.
Anaokulundan gelen çocukları da orada görebilmek çok sevindiriciydi. Anlayıp anlamama meselesi değil elbet, oturup Van Gogh dünyasını irdeleyecek değiller ya! Oturdukları yerden öylesine büyülenmiş bakıyorlardı ki kocaman tablolara, görmeliydiniz...
Bir önceki Dali sergisine benimkileri de götürmüştüm. Ellerinde uzun süre gezdirdikleri çocuklar için hazırlanmış Dali kitabıyla dönmüştük oradan. Şimdi belli başlı Dali eserlerini görseler tanıyorlar. Ne mutlu! Hatta bizim evde meşhur olan bir de Dali Köftesi var:))) Geçen yaz mangal yapmak üzere hazırlanmış köftelerin yağ oranı fazla gelip gözümüzün önünde ızgaranın aralıklarından eriyip akınca çocuklar adına Dali`nin eriyen saatlerini (Belleğin Azmi) hatırlayıp Dali Köftesi ismini taktılar:)) Ve o bizim evin en lezzetli köftesi ilan edildi!
Sergiye dönersek, o yansıyan sözlerin her biri beni alıp götürdü. Bir insan kendisinin bu kadar farkında olabilir miydi:
"Kalbimi ve ruhumu işime kattım, bunu yaparken de aklımı kaybettim."
"Önce resim yapmayı düşlüyorum, sonra da düşlerimi resimliyorum."
"Sıkıntıdan öleceğime tutkudan ölmeyi tercih ederim."
(sergi 15 mayısa kadar devam ediyor.)

Veeee...adamlar geliyor....RHCP!!! Yıllardır beklenen nihayet oldu, Red Hot Chili Peppers İstanbul`a geliyor!
Geçen yıl dedikodular yoğunlaştığından beri kendi sitelerindeki tur programının takipçisiyim. Eylül ayı programındaki Sofya, Atina ve Beyrut`tan sonraki sıraya İstanbul yerleşti!!!!
İlk aşama tamam, bilet elimde. Bu en kolayı:) Şimdi eylüle kadar tahtaya mı vurayım, dilimi mi ısırayım ki bir aksilik olmasın:)
Kulağımızda tadı kalsın, son albümleri I`am With You`dan en son çıkan videoyu da paylaşıp (Look Around) tarih-yer hatırlatması yapayım: Santralistanbul, 8 eylül...
'Gezenti Semi' olarak adım çıkmasın diye de diktiğim son önlüklerden birini de koyup kaçıyorum:)
Not: Fotoğraflar yanıltmasın, üzerine bir göbek ekleyin bakarken:))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)